17 Ağustos 2010 Salı

Guilt Machine - On This Perfect Day

Arjen Anthony Lucassen ismi aslında progresif rock/metal camiasının tanıdığı bir isim. Ayreon, Ambeon, Star One ve (an itibariyle kendisinden bağımsız olan) Stream of Passion toplulukları tamamen bu adamın ürünü; ki, son zamanlarda Arjen'in menejeri olan Lori Lindstruth (gitar virtüözü) da bu projelerin hepsinde izi bulunan bir isim. Bu ayrılmaz ikilinin son eseri ise Guilt Machine.

Ayreon'un (altı albümlük) konseptini bitiren Arjen, hayranlarını şaşırtarak kısa bir süre içinde Guilt Machine projesini açıkladığında insanlar şaşırmıştı. Bu şaşkınlık Arjen'den şüphe edilmesinden değil, projeler arası geçen zamanın çok kısa olmasındandı. Üstelik grubun kadrosu ilginçti: ayrılmaz ikili Arjen ve Lori'nin yanında davulda, eski Porcupine Tree üyesi (ve Kino albümünde yer almış olan) davulcu Chris Maitland vardı. Vokal ise, Belçikalı rock grubu Arid'in vokali Jesper Steverlinck seçilmişti.

On This Perfect Day ise, daha albüm kapağı (aşağıda) ile rahatça sahip olduğu atmosferi yansıtıyor. Resmen Arjen'in Ayreon'da ifade edemediği dertlerini ve depresyonunu yansıttığı albüm, feci halde insanın içini burkan bir havaya sahip. En neşeli anlarında bile günlük güneşlik havalarda hissedilen depresyonu ve sıkılganlığı yansıtmayı başarıyor. Bomboş apartman dairelerini ve terk edilmiş otobüs duraklarını, uçsuz bucaksız düzlükleri ve güz günlerinin gri, puslu gökyüzlerini hatırlatan anlarla dolup taşıyor ve "bu mükemmel günde" kaybolmuş, hüzünlü ve yapayalnız bir adamı anlatıyor.

Albümün en büyük gücü, rahatça yakalayabildiği atmosfer. Müzik olarak aşırı bir progresif müzikten bahsetmiyoruz: Arjen'in kullandığı klavyeler Ayreon bilen birisinin rahatça hatırlayacağı kadar tanıdık ve gitar riff'leri ise basit, buram buram rock kokan ve akılda kalıcı cinsten. Chris Matiland'ın davulları aşırı teknik ya da sıyırmışçasına bağımsız değil ve atmosferi ufaktan ufaktan iteliyor. Belirleyici etmen, Steverlinck'in vokalleri. Vokaller efsanevi bir çeşitliliğe sahip: rahatça tanınan, kendine özgü tınıdan kopmadan, coşkulu, melankolik, öfkeli, ve her saniyesinde duygu yüklü. Arjen ara sıra yardımcı vokallik yapıyor ve ikisinin yakalayabildiği ses uyumu muhteşem.

Albümün tek negatif sayılabilecek yönü ise sabır gerektirmesi. İlk ve tek dinleyişte rahatça kendisini teslim etmiyor ve tekrar tekrar dinledikçe atmosferini daha rahat yakalıyorsunuz. Şarkılar kolayca ilerlemiyor ve resmen shoegaze etkisi barındırırcasına uzun; geçişler ve ayrı parçalar kesinlikle dakikalarca kaptırıp gidebiliyor. İşin ilginci, bu albümden hiçbir şey götürmüyor aslında, ama sabırsız dinleyicileri memnun etmeyebilir. Fakat atmosferik rock seviyorsanız ve/ya yeni şeylere açıksanız, On This Perfect Day arşivinize gayet güzel bir eklenti olacaktır.

Artılar: Arjen Lucassen ve Lori Lindstruth, Jasper'ın vokaller, atmosfer, genel olarak müzik.
Eksiler: Biraz zor alışılması ve herkese uygun olmayabilecek olması.
Kime tavsiye edilir: Arjen Lucassen sevenlere, progresifçilere ve genel olarak müzikseverlere, esasen.

Arjen Lucassen'in Guilt Machine sayfası: http://www.arjenlucassen.com/aal/aa_albums_gm.html
Guilt Machine myspace: http://www.myspace.com/guiltmachine

On This Perfect Day albüm kadrosu:
Arjen Lucassen: gitar, klavye ve yardımcı vokal
Lori Lindstruth: lead guitar
Chris Maitland: davul
Jasper Steverlinck: Vokal



1. Twisted Coil
2. Leland Street
3. Green and Cream
4. Season of Denial
5. Over
6. Perfection?

13 Ağustos 2010 Cuma

The Last Dance - Once Beautiful

Darkwave akımının garip bir özelliği vardır, kendisini tek bir kalıba tamamen otrutmayı sevmez. EBM ve türevleri olan endüstriyel müzik türlerinin tersine, darkwave daha deneysel bir türdü (ki, aslında new wave, cold wave, ve no-wave gibi de türlere babadır).

The Last Dance, bu alanda birazcık ilginç bir konuma sahip. The Crüxshadows'un müziğine nispeten daha yakın durmakta: bilhassa, çoğunlukla düz ve duygusuz vokalleri ve sağlam synthesizer kullanımı ile. Fakat, aynı zamanda canlı gitar ve bas kullanarak tamamen sentetikleşmekten rahatça sıyrılan da bir grup. Grubun bu albüme dek tek sorunu, prodüksyon kalitesindeydi: zira önceki albümlerin prodüksyonu o kadar rezildi ki, çoğu zaman bir grup insan tamamen birbirinden habersizce enstrümanlarına abanıyorlarmış gibi bir tablo çıkıyordu.

Neyse ki, Once Beautiful bu sorundan muzdarip değil. Başı sonu belli, her enstrümanın ayrı ayrı duyulduğu ve "vokalin arka mahalleden gelmediği" bir albüm. Bu noktada, kendisini çok ilginç bir bileşke olarak tanımlıyor: gotik rock anlarının harmanlandığı synthesizer yüklü geçişler ve ikisi arasında neredeyse mükemmel bir denge dinliyorsunuz. Elektronik eğilimlerini canlı enstrüman desteğiyle veren grup hiçbir şekilde sıkıcı ya da tekdüze bir müzik sunmuyor. Müzik hem bariz hem daha gizli değişimlerden geçiyor ve güzel bir dinamiğe sahip.

Aslında darkwave'in gotik müzikten aldığı en büyük etmen karanlık atmosferi idi, ki The Last Dance de bu konuda istisna değil. Albüme derin ve insanın içini burkan bir hüzün yüklü, sanki bir türlü insanın yakasını bırakmayan pişmanlıkların ve asla önüne geçemediği korkularının müziğe dökülmesinden müzik yaparmışçasına bir havaya sahip. Gençliğinin geri gelmeyeceğine yanan "güzel"lerden, aşkını kaybetmiş ama bu kayıp karşısında öfkeli ve kırgın aşıklara.... genel bir kırılmışlık ve çaresizlik havası var Once Beautiful'da, sanki gerçekten "bir zamanlar güzel" olan şeylerin bir kaydı gibi.

Bu güzelliği tek zedeleyen şey ise, iki adet çok da akılda kalmayan şarkı: "That Never Was" ve "Wake Me Screaming" biraz fazla havada kalıyor ve diğer şarkıların sahip olduğu rahatça ayırd edilebilir havadan biraz yoksun. Dolayısıyla albüm gayet güzel ve sürükleyici giderken birden karşınıza çıkıp tökezletmesi biraz hayal kırıklığı yaratsa da, gayet güzel ve hüzünlü müzik severlerin rahatça sevebileceği bir albüm Once Beautiful. Baktığınıza pişman olmazsınız.

Artılar: Eşsiz havası, güzel şarkıları ard arda dizmesi, Scarlet Leaves ya da Myriad Form misali atmosferik yaratacağım derken sweep gitarlarla tekdüzeliğe kaymaması, rock etkisi.
Eksiler: Bazen sıkabiliyor olması, ve bu tip şarkıların akışını aksatması.
Kime tavsiye edilir: Dans müzikleri, dark wave, eski gotik ve/ya post-punkla arası olan herkese.

The Last Dance resmi sitesi: http://www.thelastdance.com/index.html
The Last Dance myspace: http://www.myspace.com/thelastdance

Once Beautiful albüm kadrosu
Jeff Diehm - vokal
Rick Joyce - Gitar
Peter J. Gorritz - Bas
Ivan Dominguez - Davul
(Nedense klavye ve sampling kime ait yazmıyor...)



1. Distantly
2. Once Beautiful
3. Secrets
4. World Down
5. December
6. Wish Me Closer
7. That Never Was
8. Special Little Gift
9. Wake Me Screaming
10. Desperately Still
11. Together Alone
12. Becoming Forver

11 Ağustos 2010 Çarşamba

ChthoniC - Mirror of Retribution

Metal müziğin en ilginç yönlerinden bir tanesi, değişik türleri ve/ya bilgi birikimlerini kendi bünyesine rahatça entegre edebiliyor olmasıdır. Şu anda metal piyasasında bir tür patlaması yaşanıyor olmasının ve standart kalıpların çoğunlukla sınıfta kalıyor olmasının en büyük sebeplerinden bir tanesi budur. Aynı zamanda, metalin evrenselliğine bağlı olarak, "globalleşmesi" de söz konusudur.

Bunun en güzel örneklerinden birisi de ChthoniC, zira kendileri Tayvanlı bir black metal grubu. Hatta kullandıkları çalgılara arasında, bu etnik arkaplanı vurgulamak istercesine, iki telli keman (erhu) yer almakta; ayrıca, rifflerine bariz bir "doğu" havası sinmiş durumda. İsrail'li Melechesh'in de müziğinde bu eklenti mevcuttu - grubun mensup olduğu uygarlık yarısının ruhunu müziğe aktarması dolayısıyla çok da alışılmadık sayılmaz.

Albüm, güldür güldür bir black metal albümü. Müziğin kendine has özelliklerinin pek çoğu var: tiz brutal vokaller, last beat davullar, gitar taramaları ve sert kısımlarla daha melodik olanlar arası geçişler, sözlere sinmiş mitoloji ve tarih temaları.... bütün bu ögeler yerli yerinde, ve maalesef bazen fazla yerinde. Yaptıkları müziğe birazcık da senfoni sosu yedirmişler klavyele ve ehru kullanarak, fakat bu ögeler hiçbir şekilde değişiklik ya da enteresanlık sunmuyor.

Genelinde gayet hoş ve tekrar tekrar dinlenesi albümün en büyük problemi de burada yatıyor zaten: albüm fazla rahat. Grubun bir-iki numarası var ve onları çok çabuk açık ediyor. Hatta, bir noktada üç şarkı ard arda neredeyse tamamen aynı şekilde başlayınca "arkadaşım yeter, yeni bir şey yapar mısınız!?" dedirtiyor. Başka gruplar da black metal kalıplarına sadık kalırken benzer numaralar çekiyor fakat her şarkıda kendini yenileyebilen ve benzer şeyleri taze tınlatabilen gruplar var. ChthoniC, bu konuda alışılması ve şarkıları rahatça ezberlemesi zor ama genelini kavraması kolay bir albüm yapmış. Onun yerine sadece son şarkıda kullandıkları operatik kadın vokallerini az daha çok kullansalar ve nüans yerine ehru'yu daha aktif bir enstrüman haline getirseler daha başarılı olabilirdi.

Fakat, hiçbir şekilde albümü aldığınıza pişman olmayacaksınız, o da ayrı.

Artılar: Atmosfer, kullanılan erhu ve klavye, başarılı prodüksyon.
Eksiler: Formülize olması şarkıların ve tekrar etmesi.
Kime tavsiye edilir: Black metalcilere.

ChthoniC resmi sitesi: http://chthonic.org/2009/us/index.html
ChthoniC myspace: http://www.myspace.com/chthonictw



1. Autoscopy
2. Blooming Blades
3. Hearts Condemned
4. Venom in My Veins
5. The Aroused
6. Sing-Ling Temple
7. 1947
8. Forty-Nine Theurgy Chains
9. Rise of the Shadow
10. Bloody Waves of Sorrow
11. Spell of Setting Sun: Mirror of Retribution
12. Unlimited Taiwan

10 Ağustos 2010 Salı

The Foreshadowing - Days of Nothing

Aslında albümün çıkış tarihi (2007) düşünülürse bu hayli geç kalınmış bir inceleme denebilir: fakat albümü ele geçirmem biraz sürdüğü için kısmet bugüneymiş.

The Foreshadowing esasen 2007'de, sessiz sedasız gelip bomba gibi metal piyasasının ortasına düşen ve anında kendisinden söz ettiren bir grup. Bilhassa doom metal piyasasında sabit birtakım isimler varken (My Dying Bride, Katatonia, Novembers Doom) birden çıkıveren Foreshadowing, ilk albümü Days of Nothing ile herkesi şaşırttı ve kendine gayet yerine bir ün kazandı.

Days of Nothing, grubun çıkış albümü. Albüm hakkında söylenebilecek çok şey var, dolayısıyla öncelikle müziğin özünden başlayalım. Albüm, özünde bir doom metal albümü, dolayısıyla sonbaharı hatırlatan bir atmosfere sahip: ton olarak sürekli daha ağır ve kalın tonlara doğru "alçalan" gitarlar, kullanıldığı yerlerde karanlık suları daha da derin yapan klavyeler, çaktırmadan da olsa kendini rahatça belli eden baslar ve tek kelimeyle muhteşem davullar var. Müzik zaman zaman funeral doom ile flötrleşiyor denebilir: funeral doom'un ağır tempoları ve uzayıp giden riff'lerine katılan melodik ama yaygın vokal ve gitarlara zaman zaman giriyor albüm: bu noktada da zaten davulcu Jonah Pedella'nın tarzı öne çıkıyor. Pedella, daha ağır tempolu şarkılarda bazen tempo düşürürken bazen ataklara geçerek müziğin özünü bozmayan ve muhteşem tezatlar yakalayabiliyor ve bu açıdan muhteşem bir davulcu denebilir.

Bu noktada vokalden bahsetmek durumundayız: Katatonia'yı doom metalin en başarılı gruplarından biri yapan şey sonuçta müziği olduğu kadar, Jonas Renkse'nin ses tonuydu. Marco Benevento muhteşem bir vokal - ağlayıp sızlayan bir genç çocuğun mızmızlığı ile değil, dünyanın yükünü omuzlarında taşıyan bir adamın ağırlığı ile söylüyor - ki, zaman zaman (aynı zamanda klavyeci olan) Francesco Sosto ile yaptıkları düetler albümün zaten ağırlaşan havasını daha da ağırlaştırıp bu havaya derinlik katıyor: eğer müzik boş bir odanın kendisiyse, vokal(ler) de bu boş odada kalmış yankıları oluşturuyorlar. Sosto ayrıca çaldığı klavyeye de yardımcı vokale yaklaştığı gibi yaklaşıyor ve sadece uygun bulduğu ufak yerlerde girerek sıkıcı ya da gereksiz çalmayı engelliyor.

Aslında müziğe genel bir "her şey kıvamında" havası hakim demek çok da yanlış olmaz: gitaristler Alessandro Pace ve Andrea Chiodetti'nin birbilerine yardımcı olduğu noktalar kadar yan yana gittikleri yerler de mevcut ve ikisi birbirini öyle bir dengeliyor ki birinden sıkılmıyorsunuz, ki, gruptan daha sonra ayrılmış olan Davide Pesola da bundan nasibini almış durumda. Bas gitar bazen rahatça öne çıkarken, bazen kayarcasına müziğin içinde eriyip gidiyor.

İşin aslı şu ki, Days of Nothing'i tek kelimede tanımlasak bu kelime "uyum" olacaktır zira grup yakalaması zor bir uyum içerisinde hareket ediyor ve ortaya çıkan müzik hüzünlü, karanlık ve boynu bükük. Çıktığınıza pişman olmayacağınız bir yolculuk sunuyor albüm, ki inanın bana, vardığınız yer, çıktığınız noktadan çok daha karanlık olacak.

Artılar: Son yıllarda çıkmış en başarılı doom metal albümü olması, Marco'nun vokali, maşallah insanı ağlatan atmosferi.
Eksiler: Her gün dinlenmeyecek kadar depresif olması.
Kime tavsiye edilir: Metal seven ve doom metalci herkese.

The Foreshadowing resmi sitesi: http://www.theforeshadowing.com/
The Foreshadowing myspace: http://www.myspace.com/theforeshadowing

Days of Nothing Kadrosu:
Marco Benevento: Vokal
Alessandro Pace: Gitar
Andrea Chioletti: Gitar
Francesco Sosto: Klavye ve Yardımcı Vokal
Jonah Pedella: Davul
Davide Pesola: Bas



1. Cold Waste
2. The Wandering
3. Death is Our Freedom
4. Departure
5. Eschaton
6. Last Minute Train
7. Ladykiller
8. The Fall
9. Days of Nothing
10. Into the Lips of the Earth

Miasma and the Carousel of Headless Horses

Miasma and the Carousel of Headless Horses (bu noktadan itibaren sadece Miasma) aslında maalesef kuruluş öyküsü belirsiz ve birden çıkıvermiş bir topluluk. Biyografi olarak kendileri dahi fazla bir şey sunmuyorlar. Aslında Web of Mimicry (Estradasphere, Secret Chiefs III) çıkışlı grubun Guapo ve Mothlite avant-garde gruplarının ortak yan-projesi olduğu söylenebilir.

Esasen Miasma'nın kuruluşunda en etkili eleman David O'Sullivan (gitar, harmonium, otoharp) oldu; Guapo ve Mothlite projelerinin esas yaratıcı gücü olan O'Sullivan, yanına davulcu David Smith'i (Guapo) kaptı. Bir şekilde, Miasma'nın kadrosu, bu ikiliden sonra Alabama 3 klavyecisi Orlando Harrison, klasik kemanist Sara Hubrich, Guapo eski basçısı David Ledden ve denysel orkestra Chrome Hoof bas/vokal/perküsyoncusu Leo Smee ile tamamlandı fakat bunun tam hikayesi bizden hayli uzakta ve pek ulaşılabilir bir noktada değil.

Dolayısıyla Miasma'yı tanımlayan şey, çıkarttıkları tek albüm olan Perils'de ortaya döktükleri müzik olmak zorunda.

Kafasız Atlı Karıncanın Melodisi
Miasma'nın müziğini bir kalıba oturtmak hayli zor. Grubun eleman sayısının ve elemanlarının çaldığı enstrümanların (aşağıda) fazlalığı müziği çorba yapar gibi gözükse de, kazın ayağı hiç öyle değil. Miasma'nın müziğini tanımlamak için çeşitli sıfatlar kullanılabilir: oynak, zevkli, deneysel, zaman zaman fazlasıyla nüans, çingene havalı.... ki en bariz etkileşim bu, hafif çingene havalı ve kesinlikle her zaman için puslu, neredeyse büyülü bir atmosfer barındıran ama sivri dilli ve oynak bir müziğe sahipler. Gitar kullanımı olsun, piyanonun susmaması olsun (ki jazz usulü piyanodan bahsediyoruz), keman çıkışları ve/ya neredeyse poliritmik denebilecek canlı davullar olsun tam bir şölen çıkıyor ortaya. İşin ilginci, fotoğraflarında karalara bürünen ve sahneye bazen death metal andıran makyajlarla çıkan topluluk, bu oynak müziğin altına bir katman sinsilik yerleştirmeyi başarıyor.

Bir başka kuvveti ise, deneysel olmak isterken gereksiz kakofoniye ya da uyumsuzluğa asla kaymaması. Melodik bir altyapıya oturtulan deneysellik hep bir uyum içerisinde gerçekleşiyor ve bir-iki nokta haricinde ise "acayip seslerle doldurma"dan bağımsız.

Albümün daha düz mantık anları olduğu kadar daha deneysel anları da var; arada giren birer dakikalık drone şarkılar normal müziği zaman zaman sektiriyor, ama asla sıkmıyor. Bir de, söylenmeden geçilemeyecek bir nokta: "Perilious Fathoms" şarkısında birkaç dakika boyunca rastgele enstrümanlarını harcayarak tamamen şarkı yapısını, ritmi, her şeyi boşvererek resmen kakofoni takılıyorlar ve bu (alışkın olmayanın ya da toleransı düşük olanın başını ağrıtabilecek) kısmı mükemmel bir şekilde müziğe bağlamayı başarıyorlar.

Miasma kadrosunun belki de en büyük gücü de burada: birbirlerinin sahip olduğu etkileşimleri, ortak bir cadı kazanında erittikten sonra üzerine herkes kendi baharatını katıyor ve ayrı telden çalarken muhteşem bir uyum yakalıyorlar. Müzikten hoşlanan, oynak havaları ya da atmosferik müzikleri seven ve açık fikirli herkese tavsiye edilir.

Diskografi

2005 - Perils
2008 - Manfauna (EP)

Miasma and the Carousel of Headless Horses myspace:
http://www.myspace.com/headlesshorses
Miasma and the Carousel of Headless Horses last.fm:
Miasma and the Carousel of Headless Horses last.fm

8 Ağustos 2010 Pazar

Soilwork - The Panic Broadcast

Ben kendilerini melodik death metalin "üç büyükleri" arasında saysam da (diğer ikisi Dark Tranquillity ve In Flames olmakta) Soilwork nedense meslekdaşları kadar tanınmış bir grup değildir. Ufak bir bilgi verirsek, Soilwork ilk albümü olan Steelbath Suicide'ı 1998'de çıkarttı, ve o günden beri neredeyse seni başına albüm yapsa da albümleri hep belirli bir kalitenin üzerine çıktı.

Yol üzerinde bir kaza olduğu tabir edilen ve asla eski kaliteyi yakalayamayan, 2007 tarihli Sworn to a Great Divide sonrasında, Soilwork sekizinci albümğ The Panic Broadcast (Panik Yayın) ile karşımızda. Ki, aslında sürekli grup elemanları değişen bir topluluk için de bayağı istikrarlı ve rahatça ayırt edilebilir bir müziğe sahipler: hard rock kokan ama sertliğinden ödün vermeyen şarkılar, Speed'in gayet anlaşılır yarı-brutal vokali, dinamik ve kendi kafasına göre takılırken müziği bozmayan davullar, cayır cayır sololar ve atmosfer. Soilwork budur.

Tanıdık kadrodan geriye vokal Björn "Speed" Strid, Peter Wichers ve Ola Flink var. Peter Wichers'ın geri dönmesi grubun aradaki tökezlemesini toparlamasına yaramış denebilir. Davulda bu sefer Sybreed'in Antares albümünde de davul çalmış olan, Scarve ve Aborted davulcusu Dirk Verbeuren var (ve kimse, ama kimse, Henry Ranta'nın yerini tutamıyor bence).

Albüme geçelim. Albüm kesinlikle Soilwork'ün en çeşitli işlerinden bir tanesi olmuş. Tanıdık ögelerin hepsi albümde var, ve her şey yerli yerinde: nakaratlar nakarat, sözler vurucu, gitarlar sert ve davullar dinamik. İlginç bir şekilde, klavye kullanımında çok ama çok ince bir nüans söz konusu: klavyeler, kendi başına enstrüman olarak değil, tamamen ara ara atılan "baharat" görevi görüyor. Speed, hem en brutal hem en yumuşak vokallerini kulanıyor.

Müzikte ilk göze çarpan şey, Sylvain Courdet'in (Scarve ve Soilwork kayıt elektro/ritm gitaristi) ile Peter Wichers'ın (lead ve elektro gitar) solo tarzlarının farklılığı. Birarada armoni yaptıkları bir-iki an haricinde, birbirlerinin arından sololar atıyorlar albümde ve bariz bir stil farkı mevcut. Courdet biraz daha şova yatkın ve daha kendini beğenmiş progresif metalde gördüğümüz tip, daha tekniğe yatkın sololar atıyor, Wichers ise o bilindik, atmosferik ve sürükleyici sololarından atmış. Fakat, Coudret'in şaşırtıcı bir "groove" solosu mevcut ("Epitome" şarkısında). İkisinin gitar çalışması efsanevi.

Soilwork albümde yer yer black metal ile flörtleşiyor: bir-iki noktada bariz black metal taramaları ve blast beat davullar giriyor: hatta, Verbeuren'in en bariz eğilimi hızını alamayıp blast beat'e geçmesi denebilir. Eski Soilwork davulcusu Henry Ranta'nın kafayı sıyırmışçasına hızı ve resmen rahat duramıyormuşçasına takılması belki Verbeuren'in bir özelliği değil, ama adam kendi içinde davulları çok rahat uydurmayı başarıyor.

Albümün ilerleyişi gayet istikrarlı, ilk şarkının diş gıcırdatan sertliğinden aradaki daha kendi halinde ama aynı vurucu güce sahip şarkılara.... ta ki, yedinci şarkı olan "Let This River Flow"a kadar. Ne olduğunu anlamadan önce akustik gitarlar giriyor, sonra bu Opeth anını katıksız bir rock geçişi için bırakan şarkı, "Ne oluyor yahu!?" dedirtiyor. Birden grup teker teker etkileşimler arasında gidip gelmeye başlıyor. Haldır güldür bu şarkıyı atlattığınızda birden "Epitome" karşılıyor sizi. Rock şarkısı olarak başlarken zaman zaman Psychotic Waltz/Dream Theater hatırlatan bir progresif metale bağlıyor, fakat şarkının geneli daha çok Cynic gibi. Evet, aynı anda bütün bunlar olup Soilwork olmayı da başarıyorlar.

Tabi böyle bitmiyor. Albüm yedinci şarkıdan itibaren resmen falsolu toplar atmaya yemin etmişçesine ilerliyor ve son iki şarkıda çizgisini bozmadan yeni yerlere gitmeyi başarıyor. Hele hele son şarkı olan "Enter Dog of Pavlov" girişiyle kandırmaca yapıp birden muhteşem bir şarkı oluveriyor. Ki albümün en büyük kuvveti de burada.

Pek çok grubun düştüğü bir batak vardır: değişiklik yapacağız, yeni şeyler katacağız derken kendilerinden çok fazla ödün verip, özlerinden uzaklaşırlar ve kimliklerinden yitirmeye başlarlar. Soilwork'ün en büyük kuvveti, kim olduğunu iyi bilmesinde ve bundan ödün vermeyerek rahatça yeni şeyler deneyebilmiş olmasında. Sırf bu yüzden bile kesinlikle dinlenesi bir albüm, ki, son zamanda kan kaybeden melodik death metale güzel bir taze kan denebilir.

Artılar: Soilwork olması, Peter Wichers ve Ola Flink, güzel sololar ve enerjik olması, Sworn to a Great Divide'dan daha iyi olması.
Eksiler: Bazen uçucu olması ve Björn'ün artık pek de brutale kayamayan vokali.
Kime tavsiye edilir: Melodeath tayfası başta olmak üzere metal seven herkese.

Soilwork resmi sitesi:http://www.soilwork.org/
Soilwork myspace:http://www.myspace.com/soilwork

The Panic Boradcast Kadrosu:
Björn "Speed" Strid - Vokal
Peter Wichers – lead ve elektro gitar
Ola Flink – bas gitar
Sven Karlsson – klavye
Dirk Verbeuren – davullar (kayıt)
Sylvain Coudret – elektro ve ritm gitar



1. Late for the Kill, Early for the Slaughter
2. Two Lives Worth of Reckoning
3. The Thrill
4. Deliverance is Mine
5. Night Comes Clean
6. King of the Threshold
7. Let This River Flow
8. Epitome
9. The Akuma Afterglow
10. Enter Dog of Pavlov

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Chiron - Bleed

Avustralyalı Dino Molinaro (bas) ve Michael Alani (vokal), Rus dark wave grubu Bi-2'nin elemanları Leva ve Shura ile 1997'de karşılaştığında kurulmuş bir grup Chiron. Toplamda, bir tane toplama albüm de dahil olmak üzere üç albüm çıkarttıkları düşünülürse, aslında birazcık "Kenarda Köşede Kalanlar" kısmına da dahil olmaları gerekir. Bunun sebebi dark wave türünün yanlış anlaşılması olduğu kadar Chiron'un, en azından "Bleed" albümünde, ortaya çıkarttığı müziğin sınıflandırılmasının imkansız olması.

Genel olarak bakıldığında, ilginç ve her an her şeyin olabileceği bir müzikle karşı karşıyayız aslında. Bleed, kesinlikle dar kalıplara sığmayacak bir albüm. Müzikal etkileşim bakımından ise aklınıza gelebilecek pek çok şey mevcut: Far From Me'deki bariz rock etkisinden Strangers'ın synth-popumsu havasına, Slipping Away'deki gotik rock etkisinden I Didn't Want This'in başındaki surf/ska usulü gitar tınısına kadar, çok ayrı tellerden çalarak müziği birleştiriyor albüm.

Kendi içerisinde aslında aşk ve aşkın kaybı üzerine bir albüm "Bleed", zira şarkıları tek tek aşkın kaybı karşısında çaresiz kalmış bir bireyin itirafları ve yalvarmalarından oluşuyor. Fakat bunu verirken, hiçbir zaman piyasa emo gruplarının ya da tipik, uçucu pop şarkıcılarının bayağılığını değil, çok basit bir dürüstlüğü kullanıyor. Seçtiği genel temayı iç burkan bir sadelikle ve numara çekmeden veren albüm, en neşeli anında bile bir burukluk hissi taşıması bakımından eşsiz bir eser denebilir - ki, aslında üzüntüyü ve aşk acısını vermek kolaydır. Zor olan şey, bunu verirken dinleyiciyi duygudan duyguya sürükleyebilmek ve klişelerden kaçınmaktır ki, Bleed'in de en başarılı yönü bu.

Esasen çok kısa (gereğinden kısa) sürmüş bir proje Chiron ve maalesef bu muhteşem albüm bunu doğrular niteliği ile de son burukluğu yaşatıyor dinleyiciye. Ki, daha sonradan kriterlerini açıkça belirteceğim mükemmel albümler kategorisine dahil bir albüm "Bleed" - tek kelimeyle eşsiz ve az çok müzik dinleyen herkesin kendisi için bir şeyler bulabileceği bir albüm.

Artılar: Albüm mükemmele çok ama çok yakın.
Eksiler: The Future şarksının biraz sakata bindirmesi ve Nikki'nin sonunda adamı germesi.
Kime tavsiye edilir: Herkese.



Şarkı Listesi:
1. Hearts of Fury
2. I Didn't Want This
3. Crying in the Night
4. Far From Me
5. Bleed
6. Love Is
7. Strangers
8. Disenchanted
9. Visions
10. Slipping Away
11. The Future
12. Nikki

3 Ağustos 2010 Salı

Grendel - Harsh Generation

Grendel, aggrotech/dark electro sahnesinde aslında fazlasıyla bilinen bir isim. Son zamanda türün powernoise etkileşiminin nispeten kırılması ve daha çok ritm/synth ile darkwave'e yakın geçmeye başlamasına denk gelen bir değişime de sahip grup aslında. Prescription: Medicide'ın daha noise etkileşimli ve prodüksyonu nispeten "kirli" müzikal altyapısı, Soilbleed EP'si ile yerini daha rahat ulaşılabilen bir müziğe bıraktıktan sonra, Grendel bir adım ileri gitti.

Bu adımın adı da Harsh Generation (Sert Nesil) ve ismine yaraşmak istercesine bir neslin sesi olma ihtiyacında. Hemen müziğin yapısına girelim: tipik aggrotech usulü pek çok öge yerinde. Synthesizer dizgelerinden oluşan sample bazlı müzik, her vuruşa bir kick ve bir snare ekleyen yapı, deli gibi vocoder'dan geçirilmiş vokaller ve karamsar, teknolojik garabetler çağına atıfta bulunan, Apple neslinin insanla makine arasındaki çizgiyi tehlikeli şekillerde kabul ettiğine doğru giden sözler var albümde.

İlginçtir ki, iki noktada Masamune Shirow'un efsanevi eseri Ghost in the Shell'den alıntı yapan albüm (birinde Mamoru Oshii'nin yönettiği Innocence: Ghost in the Shell'den ve diğerinde de Ghost in the Shell: Stand Alone Complex animesinden) aslında feci halde "cyberpunk" bir duruşa sahip denebilir. Hatta bir noktada, William Gibson'ın Neuromancer'ına (cyberpunk akımını başlattığı kabul edilen yapıt) bariz bir gönderme de içeriyor: New Flesh şarkısının nakaratındaki "Low life, high tech" ifadesi, aslında türü tanımlayan bir şablon.

Müzik olarak, resmen cyberpunk'ın "kendin yarat" felsefesini beslercesine tipik aggrotech formülüne yeni açılımlar getiriyor Grendel. Arada neredeyse canlı klavyeler kullanarak, normal enstrüman kullanımına yakın geçtiği zamanlar oluyor (bilhassa B.A.A.L. (Deliver Me) böyle bir şarkı) ve arada daha anlaşılır vokaller kulanıldığı da oluyor. Siber-neslin temsilcisi olma amacını elinde taşırcasına bir atmosfer yaratılmış albümde: kendinizi yeşil çizgilerden oluşan bir iletişim ağının tam merkezindeki sesi dinliyor gibi hissediyorsunuz.

Sonuçta Harsh Generation ismi gibi sert, temposundan asla bir şey kaybetmeyen, gümbür gümbür bir albüm: dans ettireceği kadar coşturacak, coşturacağı kadar da düşündürecek ve bir-iki noktada ettiği laflarla da dumura sürükleyecek bir albüm. Endüstriyel müzikten hoşlanıyorsanız mutlaka edinip dinlemeniz gerekir.

Artılar: Albüm mükemmel.
Eksiler: Yok.
Kime tavsiye edilir: Herkese.

Grendel Myspace: http://www.myspace.com/grendel

Grendel Kadrosu
[VLRK] aka JD Tucker - Vokal / sentez / programlama / sampling
[M4RC] aka M Martinez - Canlı davul/perküsyon / stüdyo programlaması
[S42H] aka S Pniok - Canlı sentez / ses yaratımı


1. Intro
2. Harsh Generation
3. Void Malign
4. The Judged Ones
5. Remnants
6. B.A.A.L. (Deliver Me)
7. Dirty
8. Hate This
9. New Flesh
10. Outro

Enfold Darkness - Our Cursed Rapture

Aslında black metal, herkesin tercih edebileceği bir müzik türü değil. İşin ilginci, bunun ardında pek çok black metal grubunun ancak rüyasında görebileceği türden bir "ideolojisinden rahatsızlık" yok: daha çok bütün müzik türlerinin başının belası olan "şablonlaşma" söz konusu. Fakat black metal'in, bütün negatiflerine rağmen, her metal alt-türünde olduğu gibi, sıyrılan üyeleri de mevcut: bu şablonlaşmaya karşı çıkan ve müziklerini belirli kalıplara sokmaktansa kafalarına göre takılıp müziğin özü olan "kendini ifade etme"den kopmayanlar.

Enfold Darkness bu tip bir grup.

2006'da kurulmuş olan grup aslında hayli genç ve fazlasıyla deneyimsiz sayılabilir fakat o kadar başarılı bir seviyeyi yakalamış durumda ki, kaşarlanmış adamlara taş çıkartıyor denebilir. Sumerian Records gibi bir dev şirketten çıkan grup, yarım saatten biraz daha uzun (neredeyse EP sayılabilecek) bir de albümle çıkıyor karşımıza Our Cursed Rapture ile.

Bu noktada, sadede atlayarak grubun müziğinden bahsetmek gerekli. Neden Enfold Darkness bu kadar başarılı ve sunduğu ürünün süre olarak kısalığına ve nispeten reklam yoksunluğuna rağmen efsanevi güzellikte? Çok basit: grup, sunum ve imajla değil, içerik ile taşıyor kendisini. O derece imajdan bağımsızlar ki, albüm kitapçığında grubun fotoğrafına bile rastlayamıyorsunuz. İmaj/sunumdan çok müzik/içerik odaklı olmaları onları özel ve güzel kılan şeylerin başında geliyor.

Ki, yaptıkları müzik muhteşem. Klasik black metal etkileşimi kesinlikle var: tiz brutal vokaller, taramalar ve blast beat'ler; bu etkileşimleri sağlam bir melodiye yatkınlık ve teknik death metalde gördüğümüz tip (ama gereksiz şovdan tamamen yoksun) bir enstrüman cambazlığı ile birleştiren grup, çoğu zaman düşülen "progresif takılacağız derken eldeki müziği anlamsız parçalar haline getirme" batağından sıyrılıyor. Kaldı ki, albümün geneli ve şarkılar son derece akıcı ve rahatça, kayarcasına ilerliyor: şarkılar kendi içlerinde gayet sürükleyici gelişimlere sahipler ve "Dead in the Brine" haricinde nakarat gibi noktalardan tamamen bağımsız olarak rahatça ilerliyorlar.

Albüm atmosfer olarak mükemmel, ve enstrüman kullanımı açısından çok başarılı. Hele hele "Dead in the Brine"da ard arda patlatılan ve şarkının çoğunu oluşturan sololar muhteşem - progresif metalcilerin uzayıp giden sololarını tamamen anlamsız ve boş gösteren güzellikte. Albümün bütününe yayılmış bir "groove" zaten söz konusu. Gereksiz sertlikten ya da sırf beyin oyma amaçlı gümbür gümbür ses öbeklerindense kendi halinde ama vurucu, coşku dolu ve aslında sözlere bakıldığında göründüğünden daha derin bir albüm yaratmış Enfold Darkness.

Bu grubu kaçırmayın diyorum, zira daha çok büyük işler yapacakları inancındayım.

Artılar: Albüm mükemmele çok ama çok yakın.
Eksiler: Vokalin bazen hiç anlaşılmaması ve grubun dağılmış olması.
Kime tavsiye edilir: Metal dinleyen herkese.

Enfold Darkness myspace: http://www.myspace.com/enfolddarkness

Enfold Darkness Kadrosu
Matt Brown - lead gitar ve vokal
James Turk - ritim gitar ve vokal
Justin Corser - vokal
A.J. Lewandowski - bas (an itibariyle grupta değil)
Jack Blackburn - davullar



1. The Rise of the Great Fornicator
2. In the Galleries of Utmost Evil
3. Our Cursed Rapture
4. The Benefits of Your Demise
5. Exaltations, Part 1
6. Exaltations, Part 2
7. Dead in the Brine
8. Altars of Perdition
9. The Sanctuaries

1 Ağustos 2010 Pazar

William Control - Hate Culture ve Noir


"Benim adım William Control, ve benden hoşlanmanızı istemiyorum."

Aiden denilince akla en son gelecek şeyin karanlık havalı elekronik pop olacaktır. Normalde rock grubu olan Aiden'ın piyanisti ve ana vokali William Francis'in, Aiden'da yaptığından farklı bir müzik yapmak istemesi sonucunda ortaya çıkan proje ise Aiden'ın özünden tamamen bağımsızdır.

Normalde, müzik topluluklarının üyelerinin kendi projelerini hayata geçirmek istemeleri çok da az rastlanır bir şey değil. Genellikle, bir grubun parçası olarak yarattıklarından tamamen farklı bir şey yapma arzusu ile doğan yan projeler ile karşılaşıyoruz (ya da beklenenin dışına çok az çıkabilen süpergruplar oluşturuyor bu mentalite ile başlayan birkaç üye).

William Control ise basit bir yan-proje olmaktan çok uzak.

William Francis Kontrolü Eline Alıyor

William Control'ün hikayesi, aslında William Francis'in uzun süre düşündüğü bir proje olarak başlıyor. Francis, bir röportajda bir ilham kaynağını şöyle açıklıyor: bir gece Londra sokaklarında yürürken eline "The Whipping Haus" isimli bir fetiş klübünün broşürü tutuşturuluyor. Francis, klübü merak ettiği için gittiğinde, içeriğin çok ilgisini çektiğini söylüyor: "Düşünsenize, yarın Pazartesi ve bu gece Whipping Haus'da olan erkekler ve kadınlar yarına takım elbiselerini giyip, kol düğmelerini ilikleyecekler, ataşelerini alacaklar ve bankalara, ofislere gidip dünyayı yönetecekler... fakat bu akşam, latex kıyafetler, kırbaçlar ve kelepçeler onları bekliyor."

William Control karakteri, bir çeşit modern kayıp ruh olarak tanımlanabilir. Geneline bakıldığında, dünyaya küsmüş ve içindeki ikilikten bıkmış, yorgun bir adam olarak görülüyor ve kendi karakterindeki açıkların farkında: William Control özünde aşka susamış, gerçek anlamda sevgi açı bir karakter fakat dünya onu o kadar yormuş durumda ki, aşkı bulamadığı için hedonizme ve bedene dönmüş. Ruhunu besleyemediği için bedenini besleyerek bu açığını doldurmaya çalışıyor ve bunun kendisini daha da tükettiğinin farkında.

Bu noktada karakterimiz kendi çelişkilerini dile getirerek ilk albüme başlıyor ve dinleyene, kendisi sevmeyeceğini ifade ediyor; sanki emin değilmişçesine de ekliyor, "benden hoşlanmanızı istemiyorum."

Hate Culture

William Control için sonun başlangıcı, ilk albüm olan Hate Culture (Nefret Kültürü). İsmine uygun bir albüm denebilir: zira Francis, üzerinde ciddi anlamda uğraşılmış ve tamamen kendine has bir müzikal altyapı ile, projenin kimliğini belirlediği kadar William Control karakterinin de kişiliğini belirliyor.

William Control, ilk albümdeki sözlerle ve müzikle dünyaya olan öfkesini kusuyor ve kustuğu her adımda kendi yorgunluğunu biraz daha hissediyor. Konsept olarak Hate Culture, dünyaya küsmüş, deli gibi istediği aşka olan inancını tamamen kaydetmiş ve bedensel açlıklarına odaklanarak aşkı bulamadığı için yorgun ve bıkkın William Control'un, dünyada son bir "alem gecesi" yaptıktan sonra intihar etme isteğini konu alıyor.

Şarkı üzerine şarkı, yeni synthesizer tınıları yakalamayı başardığı gibi kendi özel atmosferini de beraberinde getiriyor. William Control adım adım çaresizliğe sürüklenirken onunla birlikte siz de sürükleniyorsunuz - albüm akıcı, şarkılar yerli yerinde, oturmuş ve tamamen hem hikayeyi hem kendi bütünlüklerini rahatça taşıyabiliyor. William Francis'in sesi, ayrıksı vokal tarzı ile standart pop ya da synth-pop geleneklerinden ayrılarak albümün geri kalanına yayılmış "kendine haslık" havasına uyuyor - belki de rock geçmişinden dolayı rahatça standardın dışına çıkabilmesi albüme apayrı bir güzellik katıyor.

Hate Culture bittiğinde, William Francis son sözü söylemiş gibi yapıyor: "I walk until dawn then disappear" ("Şafağa kadar yürüyorum ve yokoluyorum.") fakat hikayenin sonu bu değil.

Şarkı Listesi:

01. Prologue
02. Beautiful Loser
03. Strangers
04. Hate Culture
05. Tranquilize
06. Razor's Edge
07. We're Already Here
08. Cemetery
09. Don't Cry For Me
10. Damned
11. The Whipping Haus
12. London Town

NOT: 10/10

Noir

Kaybolduğunu sandığımız William Control, ilk albümden iki sene sonra, "Noir" ile geri dönüyor.

Aslında aynen Hate Culture gibi sessiz sedasız çıkan fakat bu sessizliği hak etmeyecek güzellikte bir albüm Noir. William Control, müzikal altyapısını hafiften genişleterek daha önce inşa ettiği temelin üzerine birkaç kat çıkarcasına değişik yönlere gidiyor.

Hikaye olarak bakılırsa, William Control eski çaresizliğinden ve bitkinliğinden birazcık olsun sıyrılmayı başarmış ve biraz daha kendisiyle barışık - çok değil. Hala zihnini hedonist eğilimleri yönlendiriyor ve hala aşka inanmaya çok hazır değil, fakat kendini biraz daha bırakmak istiyor ve bu yönde ilerliyor. İşin sonunda William Control karakterinin öfkesinden ve nefretinden geriye sadece yorgunluk ve hayal kırıklığı kalıyor.

Albüm, öncekine göre daha inişli çıkışlı ve zaman zaman William Control'den alışkın olduğunuz havayı, yeni şeyler denemek adına fena halde dağıtıyor. Maalesef, "I'm Only Human Sometimes"a kadar William Control'u ne kadar özlemiş olduğunuzu düşündürüyor, fakat Can't Help Falling in Love ile birden kopuveriyor. Albümdeki şarkılar güzel de olsalar hiçbiri ilk dört ya da son iki şarkı kadar akılda kalıcı ya da "tanıdık" değil.

Bu "yenilik" bir açıdan hem avantaj hem de dezavantaj: karakter-bazlı bir konsept olarak William Control karakterinin kendisinden emin olmayışını çok güzel yansıtıyor, fakat aynı zamanda karakterin sevdiğimiz yönlerini geri plana itiyor. Müzik kendini tekrarlamak istemezken fazla uzağa kaçarak havayı bozuyor, fakat içeriği yeterince bağlayıcı olduğu için kurtarmayı başarıyor.

Uzun lafın kısası, "Noir", William Control konseptine yaraşır bir ikinci bölüm: karakterin kendisini gördüğü gibi, mükemmel değil ve olmaya çalışmıyor. Dürüst ve kararında bir albüm.

Şarkı Listesi:

01. Une Announce
02. Vorspiel
03. All Due Restraint
04. I'm Only Human Sometimes
05. Can't Help Falling in Love
06. Why Dance With the Devil When You Have Me
07. My Lady Dominate
08. Soliloquy
09. Dorian Gray
10. Ultrasound
11. Noir
12. Epilogue

NOT: 7/10

Son Sözler

William Control, ilginç bir deneyim sunuyor - gerek anlatılan hikaye, gerek müzik, gerek sunum olsun kesinlikle çok enteresan. Bu ilginçliğini, insancıllığına borçlu: William Control, yaratıcısı Francis'ten farksız olarak sadece bir insan - kendi ümitleri, istekleri, ihtiyaçları ve hayalleri olan, ve onun yolculuğunu bu kadar çekici kılan şey de bu.

Site: http://www.williamcontrol.com
Myspace: http://www.myspace.com/williamcontrol