22 Haziran 2011 Çarşamba

Yeni Albüm Çilesi

Yeni Albüm Çilesi nedir? Benim senelerdir çektiğim bir çiledir - nedense, dinlediğim grupların çoğu yakın zamanda albüm çıkartmaya kalkar ve ben o esnada zaten alıp yürümüş yeni keşiflerimin üzerinden daha geçemeden bir de ikinci albümlerle uğraşmak zorunda kalırım. Ve hani tam sakinledi derken yeni şeylere bir türlü geri dönemem. Beni bu şekilde yıllarca beklemiş albümler var (Witchcraft'in Firewood'u sağlam bir üç senedir benim keyfimi bekliyordu misal.)

Şimdi, sorun şu ki, dinleyip hazmedecek vaktim de sınırlı olunca elim kolum bağlanıyor. Buna bir de esasen Angry Metal Guy tarafından ortaya atılan "Azalan Albümler Yasası"nı koyun (bir grubun her yeni albümünün kaliteyi hafif düşürmesi) ve problemi anlayın derim.

Şimdi, önümüzdeki maçlar neler? Diablo Swing Orchestra üçüncü albümünü çıkartacak, kısmetse uneXpect dördüncüyü. Been Obscene, Mühr, Samsara Blues Experiment, Ideosphere, Borracho, galiba Tides of Man.... bunların hepsi yeni albüm hazırlığında. 26 Ağustos'ta Diary of Dreams'in "Ego:X" albümü gelecek, Grendel yeni albüm yapıyor, eğer şirket bulursa Embellish ikinci bir albüm yaratacak, Chapel of Thieves yaptığını duyurmuştu (gerçi ne oldu bilmiyorum) kışa doğru Abney Park çıkartır yeniyi...

Bazen cidden her şeyi sindirecek vaktim olmuyor. Toplamda neresinden baksak 12-13 yıldır müzik tam anlamıyla bir bağımlılık benim için ve yıllar geçtikçe, bazen, albümleri hatırlamak güçleşebiliyor. Bazen geri dönüp eski albümleri tekrar dinliyorum ve unuttuğumu fark ediyorum. Sürekli yeni albümler dinlediğim ve deli gibi Doommantia'ya ve buraya yazı yazdığım düşünülürse aslında normal, paso ekstra bilgi geliyor zira. Ve müzik, kitap, film gibi, tekrar tekrar işlenerek ancak hafızaya yerleşecek tip bir "hardware" bazlı anı türü.

Neyse, bakalım gelecek neler getirecek. Normalde bir Mushroomhead yazısı planlıyordum ama, yeni albümü bir türlü sevemedim gitti. Onun da vakti elbet gelecek, Savior Sorrow'a da alışamadıydım ilk başta. Onun yerine biraz Diablo Swing Orchestra'dan bahsetmek lazım, kaçırdığınız çok şey var (eğer dinlemediyseniz tabi) sevgili okur.

20 Haziran 2011 Pazartesi

Ideosphere - Black Hole Transmission

Müdavimlerden Sludge Swamp, geçen gün, kapandığını duyurdu. Bunun üzerine, Ağustos 22 planını duyduğumda Stonerobixxx üzerinden verdiğim tepkiyi Sludge Swamp'ta verdim ve siteyi baştan aşağı tarayarak gözüme hoş gözükenleri dinlemeye başladım. Aradan çıkan ve hoşuma giden materyali depoladım bir köşeye ve üzerinden tek tek geçeceğim. İlk adımım ise Ideosphere'in 2010 tarihli ve çoğunlukla gözden kaçırılmış albümü.

Bizi beklenmedik yerden vuran Ideosphere, aslında New Jersey'li bir grup. Evet, New Jersey'den böyle şeyler çıkabileceğini aklımın köşesinden geçirsem gider yerleşirdim o apayrı bir gerçek. İcra ettikleri müzik esasen progresif rock olarak geçiyor ama, açıkçası prog rock'ın işlevsel kısımlarına sahip olabilirken, müzik türünü yerin dibine sokan şeylerden arınmış bir müzik var elimizde. Tabii ki grubun kullandığı müzik sadece prog rock değil: psychedelic ve space rock etkileri olduğu gibi, bir-iki noktada doom etkisi mevcut.

Ortaya çıkan bileşke ise tek kelimeyle mükemmel. Retro rock sayılabilecek bir yaklaşımla giren grup, 70'ler psychedelic rock temelini kendi müziğine entegre ederek ve progresif rock'ın teknik hakimiyeti ile birleştirerek eşsiz ve bağımlılık yaratan bir hava yakalıyor. Cidden, albümü ben "ya şu neye benziyormuş" diye baktıktan sonra edindim ve edindiğim günden beri de pek başka bir şey dinlediğim söylenemez. Albüm beni resmen ele geçirdi ve bu kadar esir olduğum albüm sayısı çok ama çok azdır.

Normalde şarkılar tek riff ile başlayıp, bunu nakarata bağlayan ufak geçişler ve psychedelic arkaplanın üzerine yayılan efsanevi sololardan oluşuyor. Varlığını zaman zaman belli eden bir bas ve gümbür gümbür davullara güzel bir vokal, arada eklenen koromsu sesler ve klavye ile de müzik kendini tamamlıyor. Vokal ise, bilhassa sözler ile birleştiğinde çok etkili, zira şarkılar ufak hikayeler anlatıyor. Misal Bad Bob bir motorsiklet çetesi olan kötü ruhlu Bob'ın cehennemin duayeni olmasını anlatırken Fantasma ters gitmiş bir evliliği konu alıyor.

Grubun çok yaptığı şey ise türler arası geçiş. Bir şarkı desert rock olarak başladığı gibi prog rock'a bağlayabiliyor (Bad Bob), ya da sakin, garip bir atmosferik şarkıyken birden sludge metal kadar ağır bir türe geçildiği oluyor (Herman!) ve genel olarak Ideosphere'in, etkileşimlerini rahatça sergilediği fakat bunların arasında boğulmak yerine kendi kimliğini bu etkileşimlerin üstüne ve ötesine yerleştirdiği söylenebilir. Zaten grubun güzelliği tamamen buradan geliyor.

İşin ilginci, rock müzik ile içli dışlı olmanız ve/ya rock müzik kavramını az çok bilmeniz bile yeterli bu albümün tadını çıkartmak için. Albümün bağımlılık yapan yönleri arasında albümün rahatlığı ve ılıklığı var. Rahatça oturup hiç kendinizi kasmadan saatlerce ve defalarca çevirebileceğiniz tip bir albüm Black Hole Transmissions. Baştan sona, sondan başa, yanlamasına, nasıl geçerseniz geçin, efsanevi güzellikte ve tek kelimeyle MÜKEMMEL bir albüm. Kenarda köşede kalmışlara olan ilgimin gerçek anlamda işe yaradığı anlardan bir tanesi bu grup ve bu albüm, zira, gerçekten es geçilmiş bir klasik var elimizde diyebilirim.

Artılar: HER ŞEY. ALIN, BULUN, ÇALIN, BİR ŞEKİLDE DİNLEYİN ŞUNU.
Eksiler:Yok.
Kimlere tavsiye edilir: Herkese.

Ideosphere myspace: Ideosphere

Black Hole Transmissions albüm kadrosu:
DonaldDemon: Gitar ve vokal
Eggie: Bas ve vokal
DinnerDate: Davul ve perküsyon



1. Murgatroyd to Heavens
2. F.O.G. (Fear of God)
3. Bad Bob
4. Complicated
5. Fantasma
6. Broken Bones
7. Herman!

Dark Castle - Surrender to All Life Beyond Form

Pek çok grubun düştüğü bir hata var, hatanın adı da "bozulmayanı tamir etme ihtiyacı." Dark Castle'ın Spirited Migration albümünü inceleyeli çok olmadı, ve sadece bu yazıya referans olması açısından, hayatımda dinlediğim en güzel albümlerden olduğunu da söylemiş olmam gerekir. Söylemediysem, şimdi belirtiyorum: Spirited Migration, hayatımda dinlediğim en güzel albümler arasındadır.

Ve grup, resmen bundan pek hoşlanmamışçasına, ikinci albümleri Surrender to All Life Beyond Form ile karşıma çıktı ve bütün hayallerimi yerle yeksan etti. Albüm, hayatımda dinlediğim en manasız albümlerden birisi mertebesine son derece hızla tırmandı ve oradan inmeyi de şu anda reddediyor. Bu yazıyı "bir grup kendi diskografisinde nasıl delik açar" yazı dizisine dönüştürmeye yaklaşacağımı baştan belirtmeyi kendime borç bilirim. Dolayısıyla, şaşırmayın "hata çetelesi" gibi bir yazı bulduğunuza.

Dark Castle, resmen Spirited Migration'ı güzel yapan her şeyi, prodüksyonun düzgün olması dahil, bir kenara atıp tam tersini yapmanın iyi bir fikir olduğu sanrısına kapılmış. Olan basitçe bu. Her şey, vokal ile başlıyor: vokaller berbat. İlk albümdeki brutal ve scream vokaller yerini her çıktığında kulaklığı/hoperlörü cızırtıya boğan, kulak tırmalayan, detone çığlıklar almış. Tamam, sözleri duyuyoruz, fakat şarkının tüm sözleri şarkının adı olunca duymamızın ne anlamı var sorusu geliyor. Vokali her duyduğumda resmen dişlerimi gıcırdattım, vokaller o kadar kötü.

Gitar kullanımı dediğimizde de farklı bir sonuca ulaşamıyoruz maalesef. Gitar tonunu ilk duyduğunuzda hoşuna gideceğini garanti edebilirim: rahatsız, paslı havaya sahip korku filmlerini andıran ve garip bir gitar tonu var, fakat her şarkının başında ve neredeyse aynı şekilde kullanıldığını duydukça sıkılıyorsunuz. Zaten normal şartlarda da ilk albüme havasını veren kalın tonlu, derin, karanlık gitarların yerine en leş sludge metalde zor bulacağınız tip, prosesörden geçe geçe tanınmaz hale gelmiş, distortion basılmış gitarlar var. Bas neredeyse namevcut ve davul adına da söyleyebilecek bir şeyim yok, zira varlığını hissetmediğim gibi, aramadım desem yeridir.

Albümde baştan sona dinlemeyi kaldırabildiğim tek şarkı Seeing Through Time, o da zaten albümden çok önce yayınlandığı ve kulağım alıştığı için, zira geri kalanları tam birer Çin işkencesi örneği. Gitarlar vızıldıyor, vokal zaten cızır cızır kulağınızda ve sürekli iğrenç bir çığlık örneği sergilemekte....

Ha, büyük ihtimalle, grubun yakalamaya kastığı şey, sludge metalin özü olan rahatsız, dinleyiciyi de rahatsız etmeye yönelik ve boğucu havayı yakalamak ve bunda başarılı oldukları bir gerçek. Tek sorun, benim rahatsız edilmek değil, rahatlatılmak istememden kaynaklanan bir uyuşmazlık ve kötü prodüksyona, özellikle, bilerek ve isteyerek kötü prodüksyona karşı olmam.

Artılar: Kağıt üzerinde başarılı bir yaklaşım, Dark Castle ismi.
Eksiler: Kalan her şey.
Kimlere tavsiye edilir: Dark Castle hayranlarına.

(künye için bkz. diğer Dark Castle incelemesi.)



1. Surrender to All Life Beyond Form
2. Stare Into Absence
3. Create an Impulse
4. Seeing Through Time
5. Heavy Eyes
6. Spirit Ritual
7. To Hide is to Die
8. I Hear Wind
9. Learning to Unlearn

8 Haziran 2011 Çarşamba

Howl - Howl EP

Howl ile aslında ben taa ne zamanlardan beri tanışığım (hayır "barlarda çalarken tanıyordum onları" demiyorum) fakat ilk dinlediğimde sludge nedir, stoner doom nedir bilmediğim için "meh, sırf ses adamlar ya" diyip geçmiştim. Arada sırada grupları sindirmek için gereken müzik bilgisi/alışkanlığını geliştirmenin yararlarını da bu grupla bir kez daha öğrendim diyebilirim.

Efendim Howl, bir alternatif sludge metal grubu - buradan Baroness ya da Watertank gibi olduğu anlamı ise pek çıkartılmamalı. Türlerarası bir grup olan Howl, sludge metalin atmosferik ve "genel havası" (sonuçta sludge bir teknik detaydan çok bir duruş tanımlar) yanında death metal, trash metal ve eser miktarda diğer "belirsiz" şeyler ile bir bileşke müzik icra ediyor. Sludge metal havasını death metal usulü on tonluk riff'ler ve trash metal usulü sololarla destekliyorlar diyerek işin içinden çıkmaya çalışabiliriz lakin çıkmamız mümkün olmaz.

Fakat, her şeyden önce bahsi geçmesi gereken bir kişi var: Timmy, grubun davulcusu. Benim favori davulcular listeme girmeye hak kazanacak bir enerji ve kişilik sahibi bu adam. Henry Ranta, Adel Moustapha gibi adamlarda çok sevdiğim "kendini belli etme" meziyetine gayet sahip ve ne zaman müziğe eşlik edeceğini, ne zaman öne çıkacağını, ne zaman sakinleyeceğini iyi bilmesinin yanı sıra teknik hakimiyeti müthiş ve müziğe katkısı yadsınamaz. Adam resmen favori davulcularım listesine son eklenti.

Ufak bir notta da gitar ve vokal kullanımından bahsedilmesi gerekiyor. Doom, death ve sludge etkisi bol gitarlar, kalın ve maşallah balyoz darbesi gibi inen riff'ler çıkartıyorlar, ve bunu, gümbür gümbür bas ve zaman zaman inleyen, zaman zaman böğüren ama her saniye brutal bir vokal destekliyor. Arada giren sololar ise, heavy ve trash metal etkisiyle, geri kalan cümbüşe arka çıkıyor. Genelde şarkılar hızlı, sert ve amansız yerler ve yavaş, sert ve amansız noktalar arasında gidip geliyor.

Grubun bu noktada bahsi geçmesi gereken bir garipliği ise uçucu havası. Evet, doğru duydunuz, uçucu havası. Bu üç şarkılık EP'yi bile sindirmem haftalar aldı, zira şarkılar belirli noktalarda o kadar belirgin ki, diğer noktalarda elinizden kayıp gidebiliyor, hatta bazen dikkatli olsanız da kaçıveriyor. Bunun sebeplerinden bir tanesi, grubun geçişlerinin bazen fazla ani gelmesi, ve bu geçişlerden önce ve sonrasındaki kısımların rahat algılanır ve hatta hipnotik olması. Sizi önce rahatlatıyor, ondan sonra da birden değiştiriyor, fakat hipnozdan çıkış hızınız, değişim hızından daha yavaş ve kalakalıyorsunuz. Buna alışana kadar onlarca defa bu kısacık EP'yi çevirip birden "ne dinliyordum ben?" diye kendinize gelme anları yaşamanız mümkün.

Peki grubun bu bağımlılık yapmaya müsait gücü nerede? Çok basit: grup tamamen kendine has. Howl'a ait bir müzik var ortada ve Howl haricinde başka hiçbir şeye benzemediği gibi, verdiğim referans noktaları (e.g. death metal) ile bile etkileşimi tamamen kendine has bir havayla yapıyor. Herhangi başka bir grubu dinlediğiniz sanrısına katiyen kapılmıyorsunuz ve bu grubun en büyük gücünün kaynağı. Mensup olduğu bütün kategorileri bile kendi bünyesinde öğütmeden ortaya dökmesi güzel.

Uzun lafın kısası? Eğer bahsi geçen türlerle tanışıklığınız varsa, zaten bu albümü kaçırdığınıza inanmıyorum.

Artılar: Müzik, sertliği, harmanlanan türlerin güzel harmanlanması, genel olarak nevi şahsına münhasır olması.
Eksiler: Dinlemek için ekstra dikkat edilmesinin gerekmesi, bazen elinizden kaçıvermesi.
Kimlere tavsiye edilir: Sludge, stoner, doom türlerini sevenler, death metal sevip türün değişik açılımlarına açık olanlar, alternatif türlere yatkınlıkları olanlar.

Howl albüm kadrosu:
Vincent: gitar ve vokal
Josh: gitar
Rob: bas
Timmy: davul

Howl myspace: Howlspace



1. And the Gnawing
2. Oma
3. Kings that Steal

6 Haziran 2011 Pazartesi

The Flight of Sleipnir - Essence of Nine

Eveet, bir süre önce incelediğim Lore albümüne kardeş geldi. The Flight of Sleipnir, uzun süre "ya bu adamlara da bir bakacaktım" diye çevresinde dolanıp, sonunda dinlediğimde farklı tatlar yakaladığım bir gruptu ve ilk albümleri de son derece güzeldi. Stoner, doom, black metal, folk gibi etkileşimlere sahip olan ve folk etkisini benim folk düşmanı bünyeme bile yedirebilecek derecede güzel kullanan grubun diğer albümü ha çıktı ha çıkacak derken sonunda geldi.

Essence of Nine, bu ikilinin ikinci albümü. Stil olarak, The Flight of Sleipnir'e ait her şey yerli yerinde: brutal ve normal vokal dengeleri, gitar tonu, ne çok cilalı ne de berbat prodüksyon (evet adamlar orta halli bir prodüksyon seviyorlar) ve akustik/enstrümental şarkılar.... dinlediğinizde, eğer grupla haşır neşirseniz direkt "evet, but Flight of Sleipnir" diyorsunuz. Ayrıca muhafaza edilen şeylerden bir diğeri de, grubun rahatlığı. Kasmadan, azıcık folk, azıcık rock/metal bilginiz varsa içine girebileceğiniz ve yoksa dahi sizi çok zorlamayacak bir müzik icra ediyor the Flight of Sleipnir.

Tabii maalesef bu rahatlığın bir götürüsü var: grup, Lore albümünden çok da uzaklaşmamayı seçmiş. Hatta, şarkı dizilimleri bile bazen ilk albüme benzeyecek kadar benzer: iki akustik enstrümental şarkı (As Ashes Rise, As Cinders Burn), bir tane diğerlerine nazaran daha sert şarkı (the Serpent Ring) şeklinde biraz fazla tekrar haline getirmişler. Bir diğer açık, grubun akustik yönünün ağır basmaya başlamış olması - Lore'daki kadar sert anlar yok ve çoğunlukla rahat, yumuşakcana bir rota izliyor albüm.

Bir diğer problem, şarkıların da kendi içlerinde belirli formüllere sahip olması. Maalesef, bu konuda the Flight of Sleipnir'in açığı büyük: şarkılar akustik/yumuşak kısımlarla daha metal ağırlıklı/sert parçalar arasında gidip geliyor ve bu ayrı parçalar aralarındaki geçişler sadece köprü görevi görüyor. Ha, şarkıların akışları muhteşem ve hiçbir zaman progresif metal (ya da Lesbian) hesabı bodos ve ani değişimler yok, ve her şey yerli yerinde. Sadece her şey biraz fazla yerli yerinde, biraz taşların yerinden oynaması gerekiyor.

İkinci bir Fenrisulfr vakasını burada yaşamıyorz. Tekrar/formül/vs. ya da değil, şarkıların hepsi güzel, ya da en azından bir tür Flight of Sleipnir kalite çizgisinin altına düşmüyorlar. Sadece The Seer in White'ı çok sevemedim, fakat bunun sebebi şarkının resmen daha önce gelenlerden tamamen farksız, ve dolayısıyla karaktersiz olması. Haricinde albümde boş yok, fakat zaten problem de tam olarak bu. Şarkıların hepsi güzel, ama zaten Lore'u dinlediyseniz çok büyük bir sürprizle karşılaşmıyorsunuz.

Uzun lafın kısası? Essence of Nine hoş bir albüm, fakat Lore yeniydi, ve EoN değil; iki albümün de aşağı yukarı aynı olduğu ve, EoN içinde bir tür yumuşama olduğu düşünülürse, ben her zaman Lore'u tercih ederim. Ama sizi bilmem.

Artılar: Grubun saçmalamamış olması, albümün güzel olması, atmosferin gırla bulunması.
Eksiler: Saçmalamamak uğruna çok az şeyi değiştirmiş olmaları, albümün daha önce dinlenmiş hissi vermesi. The Seer in White.
Kime Tavsiye Edilir: Bu blogu okuyanlara ve the Flight of Sleipnir sevenlere. The Flight of Sleipnir ne diyenlerin Lore ile başlaması daha iyi olur.

The Flight of Sleipnir resmi sitesi: The Flight of Sleipnir
The Flight of Sleipnir myspace: Sleipnirspace

Lore albüm kadrosu:David Csicsely: vokal, davul, gitar
Clayton Cushman: gitar, vokal, bas, klavye



1. Transcendence
2. Upon This Path We Tread
3. A Thousand Stones
4. As Ashes Rise (The Embrace of Dusk)
5. Nine Worlds
6. The Seer in White
7. As Cinders Burn (The Wake of Dawn)
8. The Serpent Ring

Borracho

Şimdi albüm adı neden yazmıyor diyebilirsiniz, ben de size, yazmıyor çünkü albüm değil, üç tane şarkı var ortada ve albüm ta 28 Haziran'da çıkıyor derim. O zamana kadar bize, ya da Atlasın sahibi olarak bana düşen, Borracho nedir, kimdir ve nasıl bir tarza sahiptir'i açıklamaktır.

Efendim Borracho, Washington DC'de ve 2007'de kurulmuş bir stoner rock topluluğudur. Esasen böyle diyip geçmeyi çok isterdim ama kazın ayağı o kadar basit değil. Her şeyden önce, stoner rock hakkında ufak bir beyanat gerekiyor: stoner rock, esasen hard rock kökenli bir müzik olsa da, çeşitli açılımlarında doom, deneysel rock, sludge gibi türlerle rahatça etkileşim içine girebilen bir müziktir. Bu noktada, Borracho'nun müziğinin doom ve hard rock etkisini daha rahat ortaya döktüğünü söylemek mümkün.

Ki, hard rock adamlarda daha baskın. Hard rock'a has bir melodi/ritm/hava mevcut, sadece stoner rock'ın o kalın basları, şişman gitar tonları mevcut. Nasıl ki Barbarella ve Buckaduzz gibi grupların incelemelerinde dediğim o fuzz yüklü ton mevcut. Davul bazen eşlik eder, bazen atağa geçer nitelikte ama asla kendi kafasına göre gitmiyor. Sonuçta stoner rock'ın groove kavramını yedirmesinde etkili olan grubun uyum içerisinde gitmesi bu noktada mevcut: Borracho da, bir bütünün parçaları değil, UZANTILARI olarak müziğe yaklaşan bir grup. Vokal ise apayrı bir güzellik: ne ciyak ciyak bağıran, ne bas olacağım diye kasan, ne de duygusuz bir vokal var.

Grubun üç şarkısına gelirsek, doom etkisi sadece "Never Get it Right"ta mevcut. Yoksa "Concentric Circles" ve Adam West ile yayınlanan bir EP'de yer alan "Rectify" gayet cayır cayır stoner hard rock şarkılar ve dinlemesi son derece keyifli.

Peki, grubun eksileri? Valla aslında tekerleği yeniden icat edemeyeceğini bilen ve dolayısıyla da ona uğraşmayan bir grup Borracho. Haliyle adamlar, stoner hard rock yapıp, hasını yapmanın güzelliğine inanan bir grup ve türleri seviyorsanız, başarılı bulma olasılığınız çok yüksek, ama devrim beklenmemeli.

Üyeler:
Noah: vokal ve gitar
Steve: lead gitar
Tim: bas
Mario: davul

Borracho resmi sitesi: Borracho

Borracho'nun şu ana dek yayınladığı şarkılar:Concentric Circles
Rectify
Never Get it Right

2 Haziran 2011 Perşembe

Schoolyard Heroes - Abominations

Horror punk normalde pek sevmem, zira Glenn Danzig The Misfits'i kurup bıraktığından beridir bir arpa boyu yol gittiği söylenemez. Aynı yapı, aynı tipler, hep "The Bişeys" şeklinde grup isimleri, aynı müzik.... fakat. Arada sırada bu türün içine girip de, okyanusunda boğulmak yerine rahatça kendini kurtarabilen gruplar da çıkıyor. Schoolyard Heroes böyle bir gruptu, ve grubun "magnum opus"u olarak nitelendirebileceğim Abominations'ı henüz incelemediğim bugün aklıma geldi. Evet, son zamanda keşfettiğim gırla grubun arasından arşivime kattığım pek çok diğer şeyi de tekrar dinleyip kendime hatırlatma ihtiyacı hissediyorum.

Tür olarak Schoolyard Heroes'u bir sınıfa sokmak zor. Horror punk, shock rock gibi türleri, sağlam bir metal ve hardcore sosuna bulayıp, üzerine de Grindhouse sineması gibi ucuz, paçoz korku filmlerini hatırlatan sözler ve klavyeler ekliyorlar. Ortaya çıkan müzik son derece eğlenceli, son derece vahşi ve son derece güzel.

Her şeyden önce sözler dikkati çekiyor. Bazen sosyal yoruma kadar varsa da, (Plastic Surgery Hall of Fame) genellikle korku (Cemetery Girls) ya da gayet düzgün bir vokalle verilen vahşet hikayeleri (Dude, Where's My Skin?) var. Sonuçta shock/horror türlerinin ortak yönü bu tip bir "şok değeri"dir, okuduğunuzda "Bu ne ya!?" dedirtecek sözler ve/ya sunum gibi şeylerle sizi bağlarlar. Hani bazen aslında rezil kepaze olacak kadar vahşi bir eserden hastalıklı bir zevk alırsınız ya? Schoolyard Heroes onun crossover punk hali.

Grubun en büyük kuvveti, zaten bu şok ögesinin ötesine geçip, onu sağlam ötesi bir de müzikle desteklemek. Ve müzik mükemmel. Hardcore punk, metal, post-hardcore, bu türler biraraya geldiğinde oluşabilecek her türlü şeyi bir adım öteye götürmüş ve son derece hoş. Albümün bir diğer güzelliği, bütün bu etkileşimleri bilmeyen birisini bile son derece rahat bir şekilde içine çekebiliyor olmasında yatıyor: evet, bu atlasta pek çok kez bahsi geçtiği gibi, rahat bir albüm Abominations. Birazcık kara mizah duygunuz varsa hele, bu albümün zaten kalbinizde bir taht inşa etmemesi için sebep yok.

Kaldı ki, albüm sürekli vahşet-dehşet değil, ya da daha doğrusu, bunu ortaya koyarken bodos ve başka hiçbir şey bilmez bir şekilde (i.e. Cannibal Corpse ne kadar gore-grind grubu varsa....) yapmıyor. Hatta, zaman zaman, albümün coşkusunun duygusal anlara gittiğini söylemek mümkün: The Last Man on Earth, misal, bir ballad ve son derece dingin. Albümün geri kalanında da, zor alışılan ya da tekrar tekrar dinledikçe yerleşen şarkı yok, bir-iki dinleyişte taşlar yerine oturuyor ve rahatça müziğe kendinizi bırakabiliyorsunuz.

Aslında Schoolyard Heroes'un dağılmış olmasının bu albüme kattığı değerin ötesinde, bu albümün 2000'lerde çıkmış en özgün eserler arasında olması da etkili. Sonuçta müziğin "ilerici" takılanlarının bile çeşitli formüllere saplanıp kaldığı bir piyasada, burnunun dikine gitme cesaretini gösterebilmiş bir topluluk Schoolyard Heroes. Ha, tabii ki ne oldu: vokalimiz Ryann Donnely gidip pop müzik şirketi kurdu, ve diğer üyeler de ayrıldılar.

Uzun lafın kısası, rock/metal seviyorsanız bulun bu albümü.

Artılar: Her şey.
Eksiler: Grubun son albümü olması.
Kime tavsiye edilir: Yazıda adı geçen türlere ilgisi olan, ya da her an böyle bir ilgiye sahip olabilecek olan herkese.

Schoolyard Heroes resmi sitesi:Schoolyard Heroes
Schoolyard Heroes myspace: Schoolyardspace

Abominations albüm kadrosu:Ryann Donnely: vokal
Jonah Bergman: Bas, vokal
Steve Bonnell: gitar
Brian Turner: davul



1. Dude, Where's My Skin?
2. Plastic Surgery Hall of Fame
3. Cemetery Girls
4. Violence is All the Rage
5. Children of the Night
6. The Last Man on Earth
7. Razorblade Kisses
8. Sometimes They Come Back
9. Beautiful Woman Hunter
10. All the Pretty Corpses
11. Screaming "Theater" in a Crowded Fire

1 Haziran 2011 Çarşamba

The Angelic Process - Weighing Souls with Sand

Aslında bu yazıyı çok önce yazmalıydım, fakat kısmet bugüneymiş, daha doğrusu bu geceye. Zira aslında bu albümle arada arama mesafe koymak son derece mantıklı bir hareket, zira her zaman rahatça kaldırılabilecek türden bir albüm değil. Sebebi ise, aslında çevresini saran trajedi ağı denebilir: Angelic Process'in kurucusu ve beyni Kris Angylus, bu albümün kaydından kısa bir süre sonra intihar etti ve arkasında bıraktığı bu eser, resmen sebebini ortaya koyar nitelikte.

The Angelic Process'in bu eseri, ki bu ifadeyi şu ana kadar hiç kullanmamış olma sebeplerimden birisidir bu albüm, resmen bu dünyadan olmayan bir müzik barındırıyor. Ruh müziği eğer varolsaydı, buna benzerdi: eğer birisinin ruhunu çıkartıp, kulaklıklardan iletebilir ve müziğe çevirebilir olsaydık, o zaman çıkacak albüm Weighing Souls with Sand olacaktı. Zira bu albümü müzik terimleriyle, drone, ambient, vesaire diye tanımlamak mümkün değil. Bu albümü herhangi bir şekilde tanımlamak mümkün değil zaten.

Her şarkı, ortak bir ruhun parçaları esasen. Yoğun, duygu ve ruh yüklü, resmen katman be katman drone ve feedback altına gömülü bir hazine, bir çığlık. Albüm resmen bu: uzayıp giden, kimsenin duymadığı, canhıraş bir çığlık. Kulağınıza gelen ses sadece müzik değil, bir ruhun parçalanmasını dinliyorsunuz ve her parçanın içine işlenen bu his o kadar yoğun ki, çoğunlukla insanın en derinde kalmış yaralarını rahatça deşebiliyor.

Weighing Souls with Sand'in zaten saf güzellik olmasının getirdiği yoğunluk yüzünden albüm sürekli dinlenemez. Çünkü bu albüm sadece Kris'in değil, hepinizin ruhundan kopmuş parçalardan oluşuyor. Burada duyduğunuz şey müzikten, albümden, sanattan, vesiareden çok öte bir nokta. Saflık, kalp, ne derseniz diyin, kaydedilmiş en saf şey bu diyebilirim büyük bir rahatlıkla.



1. The Promise of Snakes
2. Million Year Summer
3. The Resonance of Goodbye
4. We All Die Laughing
5. Dying in A-Minor
6. Weighing Souls with Sand
7. Mouvement: World Deafening Eclipse
8. Burning in the Undertow of God
9. Mouvement: The Smoke of Her Burning
10. Hidden Track