23 Kasım 2011 Çarşamba

Atreyu - A Death-Grip on Yesterday

Nostalji zamanı. Benim bayağı bir vaktim ilginç pek çok grubun içinde geçti - ki, Circa Survive, From First to Last, My Chemical Romance, I Am Ghost bana o dönemden kalan isimlerdir. Çok fazla dokunmadığım ama tek bir şarkısı (Ex's and Oh's) sebebiye uzun süre yanımda gezdirdiğim albüm ise Atreyu'nun A Death-Grip on Yesterday'idir. Esasen o zamanlar neden geri kalanından hoşlanmamışm, şu anda bakınca görmekte zorlanıyorum diyebilirim.

Hayır, o değil, bunca zaman sonra es kaza post-hardcore'a sardırma olasılığımı sevemiyorum, bilhassa zamanında set çektikten sonra, ama belli de olmaz.

2006'da çıkan albüm, o zamanlar Alexisonfire, Every Time I Die, A Change of Pace, Silverstein gibi isimlerle anılan post-hardcore akımının temsilci albümlerinden sayılabilir. Post-hardcore, daha sonra pek çok -core uzantılı türe baz teşkil edecek özelliklere sahip: scream vokaller, genellikle teknik sayılabilecek davullar, şarkının yapısına entegre edilmiş breakdown'lar ve genel olarak buram buram metalcore kokan riff'ler, eşlik eden bas ve alternatif olarak nakaratlarda daha temiz vokal, basitçe türü anlatıyor. Genellikle de grup üyeleri temiz çocuklardır; sert takılırlar, evet, ama temizdirler. Ha, aklımdayken, albümde birkaç tane ve çıktığında dinlemesi son derece zevkli solo mevcuttur.

Gelelim albüme. A Death-Grip on Yesterday yarım saat küsürde içeriği doldurup taşırabilen ve, aslına bakılırsa, bu içeriği çok rahatça verebilen bir albüm. Ki zaten, daha önce sadece Black Spiders'da gördüğüm bir "bodoslama girişe" sahip. Creature, hiç oyalamadan direkt giriyor ve gümbür gümbür gidiyor sonuna dek ve, daha ilk şarkıdan grubun tarzını ortaya koyabilen bir giriş. "Ya olduğun, ya da olmaya çalıştığın kişisindir" diye giren nakarat son derece rahat akla (ve ağza) yerleşiyor ve şarkı mükemmel. Ki albüm genelinde hızlı, sert, nakaratında rahatlatan ama haricinde gümbür gümbür giden şarkılardan oluşuyor.

Buna bir-iki istisna var: The Theft daha yavaş ve daha balladımsı bir şarkı - balladımsı diyorum zira albümde "akustik" sözcüğüne tekabül edecek hiçbir şey yok. Bir diğer istisna, rahatça albümden favori şarkılarım arasında olan Ex's and Oh's, zira birazcık single olduğunu belli eden, dolayısıyla albümün genelinden farklı ama yine de albümde eğreti durmayan bir şarkı. Üçüncü istisna ise We Stand Up ki o da zaten post-hardcore marşı niteliğinde ve son derece gaz bir şarkı.

Tabii ki albümün bu tip ufak dalgalanmaları, akışının mükemmel olmasına katkıda bulunuyor, zira hiçbir şarkı bütünlüğü bozmuyor. Albüm baştan sona gümbür gümbür post-hardcore ve bunu kendisi unutmamakla beraber, dinleyiciye de unutturmuyor. Tabii ki albümün geneli aynı tip şarkılardan oluşsa çekilmez olurdu. Şöyle ki, şarkıların genel yapıları sabit sayılabilecek de olsa (breakdown'udur, solosudur....) esas birbirlerinden ayrıldıkları nokta nakaratları oluyor. Misal, Our Sick Story (Thus Far)'ın kendisi son derece ağır bir şarkıyken nakaratı duygu yüklü. Bunu bir tür sürerlilik hissini de vererek başarabiliyor olması da zaten albümün kalitesinin yüksek olduğunu göstermekte.

Sonuç mu? Bu saatten sonra beni post-hardcore'cuya çevirebilecek bir albüm.

Artılar: Genel olarak her şey.
Eksiler: Post-hardcore bilmeyenin alışması zaman alabilir, bir de The Theft albümün akışını bozuyor.
Kimlere tavsiye edilir: "Neymiş bu Atreyu?" diyenlere (zira post-hardcore sevenler zaten albümü biliyordur.)

Atreyu myspace: Atreyuspace

A Death-Grip on Yesterday albüm kadrosu:
Alex Varkatzas: lead vokal, sözler
Dan Jacobs: lead ve ritm gitar
Travis Miguel: ritm ve lead gitar
Marc McKnight: bas, yardımcı vokal
Brandon Saller: davul, vokal (cidden), perküsyon


1. Creatures
2. Shameful
3. Our Sick Story (Thus Far!)
4. The Theft
5. We Stand Up
6. Ex's and Oh's
7. Your Private War
8. My Fork in the Road (Your Knife in My Back)
9. Untitled Finale

Mad Marge and the Stonecutters - Mad Marge and the Stonecutters

Hayır, o değil, ne zaman bir tür hakkında "genel olarak hoşlaşmıyorum" ya da "sevmiyorum" yorumunu yapsam kendimi o türe yaklaşır bulmak ne kadar garip bir durumdur...

Hemen konuya gireceğim. Mad Marge and the Stonecutters, psychobilly'yi, kökeninde varolan (horror) punk'a biraz daha yaklaştırarak damıtılmış bir müzik icra etmekte. Rockabilly ritmler, kontrabas, klasik rock'n'roll usülü gitar kullanımı, durmak bilmeyen davullar.... bütün ögeler yerli yerinde. Normal psychobilly'den farklı olarak, gitar tonları normalde biraz daha yoğun bir punk havası taşıyor ve zaten grubun kendini satışı bu noktada başlıyor.

Grubun kazandığı bir diğer nokta, ismini hiçbir yerde bulamadığım için sadece Mad Marge diyip geçeceğim vokalde. Mad Marge, punk usulü vokalini müziğe son derece güzel yediriyor, ve sesinin müzik ile uyuşmadığı tek bir an mevcut değil. Gerek daha sakin olduğu anlar, gerek sertleştiği anlar olsun, kesinlikle ama kesinlikle efsanevi bir vokal söz konusu. Kaldı ki, grup üyelerinden birisi, tekrardan ismi hiçbir yerde bulamadığımdan bu şekilde ifade ediyorum, yardımcı vokal görevini üstleniyor ve Mad Marge ile yarı-düet yaptığı yerler çok başarılı. Misal, Shallow Grave'in nakaratını iki kişi söylüyorlar ve buna benzer birkaç nokta daha mevcut (en barizi Watching You.)

Şimdi albümün bir avantajı ve bir dezavantajı aynı maddede var: albüm kısa. Hani Johnny Nightmare'in albüm de on dört şarkı ile yarım saatin biraz üzerinde bir süreye sahip olmak gibi bir durumdaydı ama Mad Marge and the Stonecutters albümü bunu sadece on şarkıyla yapıyor. Bunun kötü kısmı, daha fazlasını istemeden edemiyorsunuz - cidden de, çok az albüm vardır ki bittiğinde bana "ya ama neden bitti bu, devam etmeliydi!" dedirtmiş olsun. Ha, bunun avantaj olduğu yer de albümün soluksuz bir sürükleyiciliğe sahip olması. Monsters'ın açılışından Katie's Ghost'un son saniyesine kadar, albüm kendisini dinletiyor. Sürekli bir sonraki şarkının neye benzeyeceğini merak ediyorsunuz ve katiyen sıkılmayacağınızı garanti edebilirim.

Ki, aslında psychobilly ve punk'ın aslında fazlasıyla sınırlı olduğu düşünülürse, grubun bu tip bir dinamizm yaratabilmiş olması büyük bir artı. Her şarkı grup ruhunu yansıtırken, her şarkı aynı havayı taşımıyor. Misal, Shake tam bir dans şarkısıyken Ode to the Devil daha ciddi takılan bir şarkı; Troublemaker soluksuz giderken Katie's Ghost nispeten sakin. Dolayısıyla albüm sizi rahat bir yere yerleştirirken bir taraftan da sıkılmamanızı garantiliyor.

Sonuç mu? Yazı biraz kısa oldu ama albüm de kısacık zaten.

Artılar: Her şey.
Eksiler: Hiçbir şey. Tamam, albüm çok kısa.
Kimlere tavsiye edilir: Herkese.

Mad Marge and the Stonecutters Myspace: Mad Marge and the Stonecutterspace



1. Monsters
2. Shake
3. Watching You
4. Shallow Grave
5. Troublemaker
6. Strangers
7. Gravest Sin
8. Man Without a Face
9. Ode to the Devil
10. Katie's Ghost

21 Kasım 2011 Pazartesi

Candle Nine - The Muse in the Machine

Uzun süredir farklı bir şeylerin özlemiyle yanıp tutuşuyordum ve, resmen hiçliğin göbeğinden çıkageldi Candle Nine. Esasen grupla, Access to Arasaka aracılığı ile bir tanışıklık sahibiydim, fakat ancak post-engineering blogunda bu albümü görünce varlığını hatırladım. Ki resmen yazık etmişim diyorum.

Candle Nine'ın icra ettiği müziğe gelirsek, aslında sınıflandırması zor bir tür endüstriyel bileşkesinden bahsediyoruz diyebilirim. En rahat sınıflandırma, glitch etkileri taşıyan IDM diyebiliriz. Glitch ve glitchcore müzisyenlerinden müziğe gelen şey ise sürekli aksatılan ritmler ve söz yerine, filmlerden alıntı diyalog parçacıkları kullanımı. IDM olarak sunabileceği şeyler ise türlü synthesizer numaraları ve atmosfer yaratan sequencer parçaları ile melodik kısımları güzel bir dengeye oturtması diyebiliriz. Ha, aklımdayken, projenin mimarı icra ettiği müziği "post-endüstriyel" olarak tanımlamakta.

Albümün en başarılı yönlerinden bir tanesi zaten bu atmosferde, ve albümün tek dezavantajı da burada ortaya çıkıyor zaten. Şöyle ki, bu albüm, geceleyin ve şehir ortamında (hani yazlıkta vesairede değil, beton binaların arasındayken) dinlenmesi gereken bir albüm. Sebep herhangi bir şeyde değil, The Muse in the Machine öyle bir hava içeriyor ki, cidden başka herhangi bir zamanda/mekanda eğreti duruyor. Gece havası felaket seviyelerde, ve müziğin kendisi hep uzakta parıldayan yüksek ofis binalarını ve şehir ışıklarını çağrıştırıyor... ve zaman zaman karı. Aslında bu açıdan son derece "görsel" bir müzik yapıldığını söylemek mümkün.

Ki, projenin arkasındaki isme facebook üzerinden ulaşma fırsatı bulduğumda öğrendiğim birkaç şey, albümün genel havasındaki bir diğer yönü çok güzel özetledi: albüm son derece buruk ve son derece kişisel. Yarattığı her zihinsel imgelemin ortasında mutlaka bir insan/karakter yerleştirtiyor. Bunun sebebi, projenin mimarının kendi hayatını (ve Kerianne's Spine durumunda kendisine acı veren olayları) baz almış olması ve müziğin içinde de bu hissediliyor. Daha bariz olduğu yerler var, tabii ki (Internally Threaded, Kerianne's Spine, Someone Anyone) fakat albümün genelinde hissediliyor.

Albümün diğer kısımlarında öne çıkan bir şey ise, aslında bu tip müzikle uğraşıldığında kurtuluş olmayan bir bilim kurgu hissi. Neuromancer göndermesi şarkıda (Wintermute) System Shock 2 sesleri kullanılması mı, yoksa Icarus Descending'de arka planda dönen "ölüm makinesi nasıl bir konsepttir" muhabbeti mi dersiniz, albüm bu açıdan çok başarılı ve son derece sinematik. Raison D'etre, R5-D50-R8 ve Penumbra bu açıdan öne çıkan şarkılar ki, şarkı listesine bir göz atarsanız göreceğiniz şey de albümün son derece dengeli olması olacaktır. Candle Nine, daha duygusal yoğunluğu olan şarkıları, farklı tatlar yakalayan ve/ya farklı durumların çevresinde dönen şarkılarla dengeliyor ve güzel bir dinamizm yaratıyor.

Belki de The Muse in the Machine'in en güzel yönü, bütün yukarıda yazanların ötesinde, son derece rahat ve herkesin (tabii ki geceleyin ve şehirde olmak üzere) dinleyebileceği bir albüm olması. Evet, birazcık glitch/IDM bilmek (ki "birazcık" dediğim de "üç tane Tympanik Audio grubunu bulmuş olmak" ile eşdeğer olacak kadar da küçük olabilir) yardımcı oluyor, ama şart değil. Ve bu da albümü ulaşılabilir kılıyor ki bu da bir avantaj.

Sonuç mu? Durduğunuz kabahat, dinleyin bu şaheseri.

Artılar: Atmosfer, şarkıların güzelliği, oradan oraya deli gibi atlamak yerine "şarkı" olmaları.
Eksiler: Sadece geceleyin ve şehirde dinlenebiliyor olması!
Kimlere tavsiye edilir: Herkese.

Candle Nine resmi sitesi:Candle Nine

(Bu noktada, projenin ev sahipliğini alternatif elektronik/endüstriyel müziğin yeraltı devi denebilecek Tympanik Audio'nun yaptığını belirtmek gerekiyor.)


1. Internally Threaded
2. Penumbra
3. Raison D'etre
4. R5-D50-R8
5. Imperfect
6. Wintermute
7. Icarus Descending
8. Kerianne's Spine
9. Someone Anyone

NOT: Normalde albümde Wintermute'un bir Access to Arasaka remix'i, bir de R5-D50-R8'ın Autoclav1.1 remix'i (R2-D2C3-PO gibi komik isimli) bir versiyonu var fakat remixleri saymam, bilirsiniz.