21 Ekim 2011 Cuma

The Black Holes - Stone Cold Baby

Sene 2006. Grip bir kıskançlık/eziklik anında, deli gibi müzik grubu keşfine çıkıp toplamda 200'ün üstünde adam keşfettiğim iki haftalık bir dönem oldu. O döneme sürekli dönüp o arada keşfettiklerimi elden geçire geçire güzel bulduklarımı ayırmayı başardım. En sevdiklerimden birisi, o zamanlar sadece demo olarak dört şarkı çıkartmış olan The Black Holes idi.

Ben yıllarca bu dört şarkıyla geçindim ve adamlar bir albüm bildiğim kadarıyla çıkartmadılar.... derken, birden bir bandcamp sayfasına denk geldim ve bir de ne göreyim, yıllar yılı sadece dört şarkısını dinleyip niye bu kadar az ya bu adamların müziği dediğim The Black Holes, Stone Cold Baby isimli ilk albümünü bandcamp üzerinden satışa başlamış bile!

The Black Holes'un yaptığı müzik nedir derseniz, orada zaten bu albüme ufaktan giriş yapmış oluyoruz. Müzik, trip hop, easy listening, ambient ve birazcık da cold wave birleşiminden oluşuyor. Genelinde son derece hafif, son derece yumuşak ve gayet sakin bir müzikal altyapı söz konusu. Bununlar birlikte, albümün tamamına hakim derin bir hüzün söz konusu. Bu konuda suç Jo Neale'e ait: yazdığı sözlerin felaket derecede hüzün yüklü olması, yapılan müziğin sükuneti içinde karanlık/melankolik olma eğilimi ile birleştiğinde ortaya depresif bir müzik çıkıyor.

Ki aslında The Black Holes her şarkıda bize küçük, az ama öz yazılmış sözlerle anlatılan hikayecikler sunuyor. Mesela, Don't Pray For Me ölmüş bir askerin ağzından yazılmış bir şarkı ve "benim için dua etmeyin, artık bir anlamı kalmadı" sözlerini nakarat olarak kullanıyor. Bir diğeri Something New ise şöyle: "Bana yeni bir şeyler söyle, bana güzel bir şeyler söyle." Bu ve bunun gibi anların da, zamanında bir tanıdığımın yaptığı bir tanımla "ipek gibi saçta kayan tarak gibi" bir sesle yaratıldığını düşünürseniz, albümün size garip duygular yaşatması kaçınılmaz. Bir diğer favorim ise: "Konuşmaya ne lüzum var? Bir anlamı yok konuşmanın: kalbimi değil, sadece tek taş yüzüğümü aldın."

The Black Holes'un bu noktada ortaya çıkan özelliği şu: şarkılar ilk başta çok basit gözüküyor. Drum machine çıkışlı ritmi duyuyorsunuz, ambient misali hava yaratma üzerine kurulu klavyeler şarkının geçtiği mekanı kafanıza yaratıyor ve sözlerle sürükleniyorsunuz. Fakat şarkılar aslında son derece fazla katman/parçadan oluşuyor. Bu basit görüntünün alında ufak ses efektleri, küçücük synthesizer tınıları gibi detayların bulunuyor olması bir yana, şarkıları dinlerken bunlardan herhangi bir tanesinin birden ilginizi çekebiliyor olması ise albümü tekrar tekrar dinlenebilecek bir eser haline getiriyor.

Bunca yıl içerisinde beni The Black Holes'a çeken ve bu albümdeki diğer bütün şarkılara da çekmeye devam eden şey ise, sanırım, her şeyin ötesinde albümün çok şehir albümü olması. Genel havası ve atmosferiyle gıcır gıcır gökdelenlerden çamurlu kenar sokaklara kadar pek çok "şehir manzarası"na ait tınılar barındırıyor demek mümkün. Time for Us'ın lüks daire içinde dönen ikili ilişkiler sisilesinden Fallen Angel'ın apartman kompleksi hır gürüne (evet dinlendirici müzikle yan dairedeki inşaatı yansıtmış adamlar cidden) ve oradan da Don't Pray for Me'nin şehir içindeki mezarlık hissiyatına kadar, her yerden bir ufak manzara mevcut.

Sonuç mu? Ender bulunan bir güzellik bu.

Artılar: Müziğin güzelliği, sükunet dolu olması, duygudan duyguya geçmesi, sözler, vokal.
Eksiler: Bazen cidden adamı depresyona sokması.
Kimlere tavsiye edilir: Kimlere tavsiye edilmez ki? Ha evet, sert takılmak isteyenler bu albümü sevmeyecektir.

Stone Cold Baby kardosu
Jo Neale: vokal, sözler, klavye ve kaset efektleri.
Dean Garcia: bas, davul, gitar, yardımcı vokal ve programlama

The Black Holes bandcamp: The Black Holescamp


1. Wrecking Ball
2. Call Me
3. Little Piece
4. Till I Do
5. Twisted Spine
6. Stone Cold Baby
7. Don't Pray for Me
8. Something New
9. Time for Us
10. Special Sound
11. Didn't I
12. Fallen Angel

NOT: Sınıf olarak ancak endüstriyel müzik diyebiliyorum zira cidden herhangi bir alt-tür ismi yakıştırmak imkansız.

Electric Wizard - Witchcult Today

Electric Wizard adı aslında doom piyasasının standartlarından bir tanesi. Ben aslında grupla 2010 tarihli Black Masses albümü ile tanıştım, fakat bu esnada daha yeni yeni ısınmaktaydım ve şu anki doom hayranlığım namevcut idi. Tekrar bu gruba dönmeye karar verdiğim için mutlu olmam bir yana, bu albümle başladığım için ayrı bir mutluyum.

Her şeyden önce: Electric Wizard'ın icra ettiği tür doom. Groove yemiş, akoru aşağılara çekilmiş gitar, son derece hoş ve müziğe eşlik eden davullar, kalın ve sert bas ve (her ne kadar çok bol olmasa da) gayet hoş riff'ler demek bu. Bunun yanında puslu, dumanlı, leş, karanlık ve şeytani bir atmosfer de dinleyiciyi bekliyor hevesle. Evet, aslında "leş doom" tabiri hoşuna gidenlere çok açık olabilecek bir albüm değil. Benim de canım son derece pis doom çekerken eğildim bu albüme zaten.

FAKAT. Bu demek değildir ki albüm kötü ya da sadece doom sevenler beğenir. Doom zor bir tür, dolayısıyla lök diye içine girmesi için daha hafif albümler var (Devil: Time to Repent mesela....) Ki zaten Electric Wizard'ın We Live albümünde toplanan kadrosu ile yaptığı ikinci albüm ve daha sert, daha sludge'a yakın duran albümden rafine doom'a geçişleri son derece başarılı diyebilirim.

Albümün bir diğer zor kısmı, şarkıların uzun olması. Sekiz şarkıda yaklaşık bir saatlik bir zamana yayılmış durumda Witchcult Today ve son iki şarkısı on birer dakikadan oluşuyor. Bu süre içerisinde sludge gruplarındaki gibi dakikaya sekiz riff ya da onlarca değişik parça beklemek ise hata olur: zira, pek çok şarkı üç riff'ten fazlasını içermiyor. Evet, toplamda yedi-sekiz dakika boyunca aynı üç riff'i, hatta genellikle de ana riff'i dinliyorsunuz. Bu durum normalde sorun olabilirdi, ama grubun gitar kullanımı/tonu söz konusu olunca, şarkılara rahatça hipnotik bir karakter kazandırıyor.

Ki zaten bu albüm şu ana dek dinlediğim en atmosferik albümlerden bir tanesi desem kesinlikle yalan olmaz. Her saniyesinden karanlık, puslu, tozlu, kirli bir hava akıyor ve her dakika grup bunu daha da desteklemek için elinden geleni ardına komaz vaziyette. Yukarıda verdiğim örneği bununla birleştirip açarsam: Black Magic Rituals & Perversions şarkısı, tek riff'in beş dakika boyunca çalınması ile müzik kısmını bitiriyor: şarkının geri kalan on dakikası, tersten çalınarak mikse yerleştirilmiş konuşmalar, latince cümleler, bozuk ritmli davullar ve hafif klavyeyle yaratılan ambient atmosferden oluşuyor.

Tabii bu çok uç bir örnek, grup çoğunlukla akoru yerlere kadar çekilmiş gitarlar ve orta halli prodüksyonu kullanarak bu havayı veriyor. Ve bütün şarkılar, bu "Electric Wizard havası"nın çevresinde kendi içinde bölünüyor. Albümdeki favori şarkım Dunwich, mesela, ismini aldığı H.P. Lovecraft hikayesine gönderme yaparken aslında son derece neşeli, ya da daha doğrusu, sadistçe neşeli bir şarkı. Ama bunun yanında, The Satanic Rites of Drugula (ismini bir Hammer korku filminden almış olmakla beraber) son derece tembel, rahat, boğucu bir şarkı. Grup bu şekilde ufak kaydırmalar yaparak özünden çok uzaklaşmadan rahatça dinleyiciyi bağlayabiliyor.

Sonuç mu? Valla doom'a girmek isteyen birkaç diğer albümden sonra (ya da, hani mantıken, benim gibi anti-klasisitlerin reddettiği klasikleri dinledikten sonra) gelmeli. Eğer bu blogu takip edip burada yer alan pek çok grubu seviyorsanız tabi, durduğunuz kabahat diyebilirim.

Artılar: Müzik, atmosfer, leşlik falan. Her şey.
Eksiler: Cidden yok.
Kimlere tavsiye edilir: Doom sevenlere.

Electric Wizard myspace: Dunwich!

Witchcult Today albüm kadrosu
Just(tin) Oborn: gitar, vokal
Liz Buckingham: gitar
Rob Al-Issa: bas
Shaun Rutter: davul


1. Witchcult Today
2. Dunwich
3. The Satanic Rites of Drugula
4. Raptus
5. The Chosen Few
6. Torquemada '71
7. Black Magic Rituals & Perversions
i. Frisson des Vampires
ii. Zora
8. Saturnine

She Loves Pablo - Mother of All

Pablo kim, kızımız bu adama neden bu kadar takık hiçbir fikrim yok açıkçası. Bazen grup isimleri beni şaşırtıyor. Hele hele hatunkişi onu bunu istiyor/yapıyor/ediyor tipi grup isimleri iyice yayıldı son zamanda (She Said Destroy, She Wants Revenge falan derken She Loves Pablo çıktı - yoksa....)

Efendim, She Loves Pablo, Hırvat bir stoner rock grubu. Evet. Zagreb'den gelen grubun icra ettiğim müzik ise, zaman zaman modern rock esintileri yedirilmiş stoner heavy rock. Bu ne demek derseniz, basitçe açıklayayım: modern rock'ın riff tarzını, heavy stoner rock'ın groove etkisiyle birleştiren grup, fuzz basılmış gitar tonları, homur homur bas, hızlı davullar ve gırtlaktan gelen hoş, tok bir vokal ile son derece bağımlılık yapan, zaman zaman sert, zaman zaman yumuşak ama her zaman çok güzel bir müzik ortaya çıkartmış. Müziğin ortaya dökülüşünde hard rock ve blues rock etkisi zaman zaman öne çıkıp zaman zaman kayboluyor ve She Loves Pablo usulü diyebileceğimiz bir şekilde her zaman müziğin bir yerlerinde mevcutlar.

Grubun avantajlarıyla başlayalım. Grubun yarattığı modern stoner rock havası takdire şayan, ve bunu ara sıra heavy ve psych rock ile birleştiriyor olmaları daha da güzel. Vokaller, çoğunlukla vokaliste gelince fazlasıyla sallapati seçimler yapan bir türde son derece güzel bir yerde. Bunun yanında, her şarkıyı aynı tarz riff/groove üzerine kurmak yerine, müziği farklı yerlere götürerek albümün ilgiyi asla kaybetmemesini sağlıyor olmaları mevcut.

Ki aslında Mother of All'u güzel yapan ve ilgimi (misal The Buffalos'un albümünden daha çok) çekmiş olmasının sebebi burada. Şarkılar aynı "hava" çevresinde dönüyor olabilirler fakat tek bir istisna haricinde aynı değiller. Her şarkı albüme bir şeyler katıyor ve albümü bir şekilde ilerletiyor, ve grubun belirli bir eksen çevresinde dönerken aslında elini korkak alıştırmamış olması ve rahatça hareket edebiliyor olması da grubun duruşunu kuvvetli ve müziğini olgun yapıyor.

Şimdi, bu noktada aslında albümün tek dezavantajı ortaya çıkıyor: Sunload ve White Sands şarkıları. Şöyle ki, Sunload aslında Summit ile benzer stilde ve White Sands de rahatça unutulabilir bir şarkı. Hele hele bu ikili ardından birbiri ardına ilginç numaralar sergiledikleri üç şarkıyı ortaya atmaya başlayınca grup, albümün ortalarında bir zayıflık oluşuyor. Zira önceden bütün şarkılar kendi içinde albüme bir yenilik getirirken, bu ikisi hiçbir şey getirmiyor diyebiliriz. Şarkılar kötü değil, sadece albümün geneli düşünüldüğünde zayıf kalmış o kadar.

Ha tabi bu ufacık tefecik sorun nokta aşıldığında gelinen şarkılar ise apayrı. Ol' Billy'nin gümbür gümbür ama gece hayatı kokan rock sıçramasından sonra, No'nun dans müziği olarak gelmesi ve Slo Diesel'ın da yavaş, resmen stoner doom sınırlarında gezen bir şarkı olması uyarınca albüm çok güzel bir sona doğru rahatça kayıyor. Ki aslında yukarıda bahsettiğim duraklama noktası haricinde de albümün rahatça akıyor olduğu bir gerçek. Her zaman aynı tempoyla gitmeyerek kendini inişli-çıkışlı bir tempoya oturtuyor ve sizi rahatça sürüklüyor.

Sonuç? Çok ama çok güzel bir albüm bu. Hele hele grup da albümü bedava bandcampinden dağıtırken...

Artılar: Müzik, grubun yarattığı bileşke, şarkıların güzelliği, vokal, son üç şarkı.
Eksiler:Sunload ve White Sands tümseği.
Kimlere Tavsiye Edilir: Stoner rock, heavy rock ve hard rock sevenlere.

She Loves Pablo bandcamp: She Loves Pablocamp

Mother of All albüm kadrosu:
Domagoj: vokal, gitar
Hrvoje: bas
Jimi: gitar, piyano/klavye, perküsyon, vokal
Leo: davul


1. All Down
2. Ain't No Blossom Here
3. Summit
4. I am the Motor
5. Over It All
6. Sunload
7. White Sands
8. Ol' Billy
9. No
10. Slo Diesel

17 Ekim 2011 Pazartesi

The Heavy Eyes - Promo EP

Memphis Tenessee'de bir odada canlı olarak kaydedilmiş bir EP mi? Geçen sene içerisinde çıkıp ortalığı sallayan heavy stoner rock grubu The Heavy Eyes'dan mı? Bedava mı? Evet, bu kesinlikle ben olmanın güzel olduğu anlardan birisi diyebiliriz.

Efendim The Heavy Eyes, basitçe, heavy stoner rock yapıyor. Fuzz'ı bol, groove sosu içinde yüzen, son derece güzel bir akış algısına sahip ve inişli-çıkışlı halinde her anda sanki jam session'daymçasına ilerletilen güzeller güzeli riff'ler, varlığını rahatça hissettirebilen bas (hani genelde "bası kim duyuyor" itirazımız var ya topluca) ve efsanevi davullar. Evet, davulcu saniyesinde kalbimdeki yerini aldı, zira tek pedal ile çalıp çift pedalla çalıyormuş havası yaratabiliyor.

Şimdi, zaten esas soru, epi topu 13 dakikalık bir EP hakkında ne diyebileceğim. Basitçe? Mükemmel. Voytek'in hızlı, tempo tutturtacak açılışından sonra aheste aheste ilerleyen 5%'e geçilmesi (ve 5%'in sonundaki o bas...) ve oradan davul ile başlayıp gitar/bas ile ilerleyen ve blues benzeri çıkışlarıyla akılda kalan Pinwheel'e ve son adım olarak ortaya konulan In Need'in grup sıkıldıkça aynı riff'e ekleme/çıkarma yapan dinamizmine ve bütün bu şarkılarda aklınıza takılacak çok güzel sözlere kadar....

Ki sözler gerçekten güzel. Pek çok stoner rock grubu çeşitli riff'ler ya da belirli geçişlerle dinleyiciyi bağlarken The Heavy Eyes'ın ekstradan söz eklemesi ise ayrı bir artı.

Ki zaten bu kadar kısacık bir EP'nin bu kadar güzel olma sebebi bu noktada ortaya çıkıyor: The Heavy Eyes, pek çok grubun ful albümlerde ve 45-50 dakikada yapamadığı doluluğu 13 dakikaya sığdırıyor rahatlıkla. Çok fazla yazamamış olmamın sebebi 13 dakika olması ve detay detay, saniye saniye inceleyip spoiler vermek istemediğimden daha fazlasını yazamıyor olabilirim, ama bu, EP'nin güzelliğinden/doluluğundan bir şey götürmüyor.

Sonuç? Rock sevip de bu albümü dinlemeyen çok şey kaçırıyordur. Sonuç bu. Hayır, hele de albüm, grubun bandcampinde bedevaya verilirken (üstelik de "eğer bedava download'unuz kalmadıysa, buyrun" yazısıyla birlikte mediafire linki de grup tarafından verilmişken....

Artılar: Her şey. HER ŞEY.
Eksiler: Kısa olması! 13 dakika nedir!?
Kimlere tavsiye edilir: Rock seven herkese.

The Heavy Eyes myspace: The Heavy Eyespace
The Heavy Eyes bandcamp: The Heavy Eyescamp

Promo EP kadrosu
Tripp Shumake: gitar vokal
Wally Anderson: bas
Eric Garcia: davul



1. Voytek
2. 5%
3. Pinwheel
4. In Need

9 Ekim 2011 Pazar

Johnny Nightmare - Kicking Satan Out of Hell

Aslında ben psychobilly hiç sevmem. Benzer olarak, deathrock da çok sevmem, hatta bu iki işareti gördüğümde anında uzaklaşırım. Fakat, her zaman istisnalar olur ve türü de size sevdirir ya, işte Johnny Nightmare o grup ve Kicking Satan Out of Hell o albüm.

Albüme gelmeden psychobilly'yi biraz tanımlamamız gerekmekte. Rock'n'roll'un esas türevlerinden birisi olan rockabilly'nin gotik kuzeni gothabilly'nin horror punk ile evlendirilmiş versiyonu diyebiliriz (ki gothabilly de aslında azıcık punk etkisi barındırır.) Elvis Presley eğer zombilerle, cehennemle, hayaletlerle falan çok meşgul olsaydı ortaya çıkacak sonuç olarak düşünülebilir: benzer gitar tonları, kontrabas, benzer davul ritmleri, hızlı gitarlar ve eğlenceli (ve kara mizah yüklü - "psycho" kısmı orada) şarkılar diyebiliriz.

Şimdi. Doğruya doğru, Kicking Satan Out of Hell en az ismi kadar eğlenceli bir albüm. On dört şarkı olduğuna bakmayın, albümün en uzun şarkısı 4 küsür dakika ve albümün tamamı yarım saatin biraz üzerinde bir süreye denk geliyor. Albümün neredeyse her saniyeyi insanı nefessiz bırakacak bir hızda geçirdiği düşünülürse, bu iyi bir şey. Cidden, albüm soluksuz ilerleyen ve bir-iki noktada hafiften durulur gibi gösterse de asla yüksek temponun altına düşmeyen türden. Bunun olduğu tek nokta, son şarkı olan Waltz with the Dead ki o da aşağı yukraı bir "vals" olduğu için böyle bir özelliğe sahip zaten.

Ki, bu soluk soluğa ilerleyişte herkesi cezbedecek bir nokta var: bütün şarkılar, öyle ya da böyle, dans edilebilir/ettirecek cinsten. Örnek vermek bu açıdan cidden çok zor, fakat daha belirgin olarak Saturday Night Evil diyebilirim. Sonuçta şarkıların hepsi hız kesmeyen davullar, uçup giden gitar ve çok güzel ayarlanmış kontrabastan oluşuyor ve bu her şarkıda böyle - hayır, her şarkı aynı değil. Aynı altyapı üzerine oturtulduğundan dolayı ilk başta böyle bir izlenim edinebiliyor insan, fakat bir-iki kere dinledikten sonra taşlar yerine oturuyor.

Tabii gotik demek karanlık demektir, bunu da çeşitli daha "sinsi" şarkılarla veriyorlar: en belirgin iki tanesi Chisel on Your Tombstone ("Bir sonra edeceğin lafa dikkat et, zira mezar taşına onu yazacağız") ve This Haunted Ghost Train (ki mızıka ile harikalar yaratılan bir şarkı.) Ki, Chisel on Your Tombstone esasen bir kiralık katilin (tahminimce vahşi batı'da) ağzından yazılmış bir şarkı, bu da beni albümle ilgili bir sonraki noktaya getiriyor.

Albümün "gotik" etkisi zaten müzikte değil, sözlerde gizli. B-tipi korku filmi hikayeleri anlatan bir albümdeyiz, zaten albümün adı bunu yeterince belli ediyor - Charon'un ağzından yazılmış Rocking River Styx'ten, deli bir kundakçının kendi yaktığı şehirde yanmasını konu alan Hell on Earth'e, mezarlıkta dedesinin kendisini diriltmesini bekleyen gencin şarkısı Dig Up My Bones'a kadar pek çok şey var sözlerde ve nakaratları insanın ağzına takmayı da çok güzel başarıyor grup.

Sonuç? Dinleyin, bence pişman olma olasılığınız çok düşük.

Artılar: Hız, müzik, eğlenceli olması, sözler, şarkıların güzelliği, düşmeyen tempo.
Eksiler: Cidden dur durağı olmayan/yorucu bir albüm olması, herkese hitap etmeme olasılığı bulunması, ilk dinleyişte şarkıların birbirinin aynısı gelmesinin soğutabilme olasılığı.
Kimlere tavsiye edilir: Psychobilly sevenler zaten kaçırmasın: rockabilly ve gothabilly severler de benzer. Haricinde ise, müzik seven herkes bence bu albümden zevk alabilir.

Johnny Nightmare myspace: Johnny Nightmarespace

Kicking Satan Out of Hell albüm kadrosu:
Dax Dragster: vokal, kontrabas
Butch E.R.: gitar
Bone The Beater: davul


1. Psycho Inside-Out
2. Dig Up My Bones
3. Rocking River Styx
4. Kicking Satan Out of Hell
5. This Haunted Ghost Train
6. Five Minutes of Fury
7. Hell on Earth
8. Fire, Wreck with Me
9. Saturday Night Evil
10. Chisel on Your Tombstone
11. Return to Skull Island
12. Kong (The Eighth Wonder of the World)
13. The Gun in My Hand
14. Waltz with the Dead

5 Ekim 2011 Çarşamba

Diary of Dreams - Ego:X

Aslında Diary of Dreams'den bahsetmeye başlamak için ya kalbimi çalan Charma Sleeper şarkısının yer aldığı Nigredo albümünden, ya da yıllar sonra beni esir eden Psychoma? albümünden bahsetmek gerekir - klasisistlik edeceksek de One of 18 Angels, Freak Perfume, Panik Manifesto'dan birisi seçilmelidir. Ama biraz güncel takılalım dediğimden, seçtiğim albüm Diary of Dreams'in onuncu ve şu ana dek en uzun (belki (if)'ten sonra) albümü olan Ego:X.

Efendim, Diary of Dreams, darkwave türünün efsane isimlerinden. Adamlar titan. Garden of Delight basçısı ve klasik müzik eğitimine sahip Adrian Hates'in solo projesi olarak işe başladıktan sonra, 1994'ten beridir aktif faaliyet gösteren bir topluluk. Toplamda 10 tane ful albüm, arada 2 tane EP ve pek çok toplama yayınladılar. Ego:X ise, geçen aylarda çıkan son albümleri. Bir tür boşluk içerisinde id, ego ve süperegonun nasıl varolduğunu konu alan ilginç bir konuya sahip. Bunu yarı-enstrümental nutukların verildiği "Elements" şarkılarında vermekle beraber aynı zamanda albüm boyunca bir şekilde bir "iç hesaplaşma" hissettiriliyor.

Aslında bu noktada bahsedilmesi gereken şey, Adrian Hates'in saçma sapık seviyelerde güzel söz yazabilmesi. Her albümde mutlaka aklınıza yerleşecek bir şeyler mutlaka çıkartan ustanın bu albümdeki beyanlarından birkaç örnekle size biraz fikir vereyim: "Eski yoldaşların sana, senin yanındayım dediklerinde, ve sonra hepsi tek tek yollarını şaşırdığında, ben yanında kalacağım" / "Ben dünyayla barışık olmak istedim ama dünya benimle barışık olmak istemedi" / "Bazen, bu dünyada nefes almaya devam etmeme yetecek kadar hava yokmuş gibi geliyor." / "Seni unutmaya çalıştım - bu kadar yanlış mı, pişmanlık duymak? Ama ne kadar da safça, ne kadar çocukça..." ve böyle gidiyor. Siz düşünün.

Peki, geç konsepti, müzik nasıl derseniz? Şöyle ki, Diary of Dreams'in özündeki piyano kullanımı, synthesizer'lardaki tanıdık ve tamamen kendine özgü tınılar, Adrian Hates'in öteden beri çok güzel oturan sesi, hatta bir noktada (Splinter) çeşitli Diary of Dreams şarkılarından tanışık olduğumuz garip balinamsı/kuşumsu ses bile yer almakta. Müzik özünde darkwave'in elektronik ağırlığını, bu albümde canlı olarak da boy gösteren davullar, arada elektrogitarla, bolca synth line ile gösteriyor.

Müziğin bir diğer karakteristiği ki, bu gruba atfedilebilir bir şey, istisnasız olarak her şarkının bir melankoli, bir hüzün barındırması. Cidden de grubun (if)'te yaptığı daha "aydınlık" şarkılardan sonra tekrar depresyonun dibine vurduğunu duymak güzel. Splinter'ın daha bariz id çığlığından (ego'ya verilmiş bir "kenimden nefret ettiriyorsun" serzenişi) Fateful Decoy'un daha sükunet yüklü hüznüne ve oradan The Return gibi efsanevi bir şarkının adamı ağlatacak kapaistede duygu yüküne kadar, albüm duygusal ağırlığı (bütün Diary of Dreams albümlerinde olduğu gibi) ağır basan şarkılar geçidi.

Aynı zamanda önce çıkan ögeler arasında, Adrian'ın zaman zaman bir kenara bıraktığı klasik müzik eğilimlerinin darkwave ile evlendirilmiş ve geliştirilmiş tekrar öne çıkması var. Zaman zaman synth enstrümanları, bazen de canlı enstrümanlarla bunu hissettiriyor ve, ikinci nokta da burada: aynı zamanda canlı gitar kullanımında bir artış var. Echo in Me ve Undivideable bu konuda çok bariz iki örnek. Hele hele ikincisinin soloya yaklaşayn noktaları var ki, dedim nooluyoruz, Diary of Dreams albümünde solo!?

Evet, uzunca bir yazı oldu, farkındayım. Fakat albüm buraya zaten sığdıramayacağım kadar dolu. En iyisi ne yapın biliyor musunuz? Eğer Diary of Dreams'i biliyorsanız, kaçırmayın. Eğer bilmiyorsanız, yukarıdaki "klasisist" albümleri dinledikten sonra Ego:X'e gelmeden Nekrolog 43 ve (if) albümlerini dinleyin ve tadını çıkartın. Her halükarda, kaçırmayın.

Artılar: Her şey.
Eksiler: Diary of Dreams bilmeyenlere güzel bir giriş albümü olmayabilecek olması. O kadar.
Kimlere tavsiye edilir: Bunu okuyacağına dinlesene albümü! Herkese!

Diary of Dreams resmi sitesi:Diary of Dreams
Diary of Dreams myspace: Diary of Dreamspace

Ego:X albüm kadrosu
Adrian Hates: gitar, vokal, synth, programlama, müziğin çoğu falan.
Torben Wendt: klavye
Gaun:A: Gitar, vokal
Guido Frickle: davul (kayıt, normalde D.N.S. kod adlı bir arkadaşımız mevcut.)
Martin Kessler: Element şarkılarındaki ses
Amelia Brightman: "Push Me"de vokal
Ray W: keman



1. Into X
2. Undividable
3. Lebenslang
4. Element 1: Zeitgeist
5. Grey the Blue
6. Immerdar
7. Element 2: Illusıon
8. Push Me
9. Element 3: Stagnation
10. Echo in Me (X-Version)
11. Element 4: Angst
12. Mein-Eid
13. Splinter
14. Element 5: Resignation
15: Fateful Decoy
16. Weh-Mut
17. Out of X
18. The Return