29 Şubat 2012 Çarşamba

The House of Capricorn - In the Devil's Days

The House of Capricorn'un çıkış albümü olan Sign of the Cloven Hoof güzel, özgün ama çeşitli sorunlar sebebiyle mükemmelin altında seyreden, hatta taş çatlasa 10 üzerinden 7'lik bir albümdü.  Fakat yine de, son derece güzel bir albüm olduğundan bu gruptan gelecek sonraki hamleyi bekler halde durdum bir süre.

Şimdi, her şeyden önce söylemek istiyorum: The House of Capricorn, yapabileceği en sağlam hamleyi yaparak, ilk albümdeki işlevsel parçaları alıp daha da cilalamış, işlevsiz parçalardan da kurtulmuş.  Ha bunu yaparken bir noktada tökezlememiş demek yalan olur ama o kadar da olsun artık.

In the Devil's Days'in içindeki müziğe gelirsek.... resmen sarmaşıklarla ve yosunlarla kaplı bataklıklardan çıkmış gitarların yanına sağlam bir doom ve heavy metal etkisi konulmuş.  Ortaya çıkan pek çok riff bu eksende ve cidden çok ama çok başarılı olanları var (Arcane Delve'in ikinci yarısı mesela).  Bu riff'lerle hem atmosfer yaratmayı, hem gerçekten leziz anlara imza atmayı hem de ortaya hoş bir bütün çıkartmayı biliyor grup.  Ami'nin basları ilerlemiş - hatta, bas gitar bazen öyle bir tınlıyor ki (Coffins and Cloven Hooves en belirgin örneği.) Davullarda da teknik bir gelişme söz konusu - gariptir, vokal tastamam aynı, fakat ortaya çıkartılan müzik sanki vokali daha düzgün bir temele oturtur gibi.

Albümün şarkı dizilişinde ufak bir gariplik far, ki albümün ufak tefek sorunlarından birisi bu: All Hail to the Netherworld hızlı ve hoş başlıyor, fakat, Les Innocents tamamen alakasız, yavaş ve uzun bir şarkı.  Kaldı ki, albüm kendi içinde zaten iki tip şarkı barındırıyor: ilk tip, güzel, yüksek tempolu, rock/metal etiketinin hakkını veren ve grubun pek çok hoş numarasını (Arcane Delve'deki doom riff'leri, To Carry the Lantern'ın ana riff'i ve havası) barındırıyor.  İkinci tip ise yavaş, süre olarak uzun ve bir noktaya varması cidden sabır gerektirebilen şarkılar.... ki bunlar da zaten Les Innocents, Veils ve Horns.

Gariptir, bu yavaş şarkıların dışındakiler ikişer ikişer eşleşiyorlar ve tarz olarak benzerlik gösteriyorlar.  In the Devil's Days / All Hail to the Netherworld, Coffins and Cloven Hooves/Arcan Delve, To Carry the Lantern / Illumination in Omega gerek tarz olsun, gerek hava olsun, gerek enstrüman kullanımı olsun, benzer şarkılar.  Ve bu şarkıların hepsi çok ama çok güzel - bir-iki yerde (Coffins and Cloven Hooves başta olmak üzere)solo girdiği bile oluyor, dolayısıyla istediğiniz her şeyi burada bulabiliyorsunuz.

Ama belki de The House of Capricorn'un yaptığı en iyi şey, şarkı sayısını sınırlı tutmak olmuş.  Hoş, albüm yine de bir saat on iki dakika, ama o bir saat küsürün hakkını vermişler cidden.  Bunu yaparken, aynı zamanda albümde garip bir bütünlük oluşturmuşlar: bir önceki albümün bir diğer zayıflığı olan "şarkıların toplamı" hissi burada yok.  In the Devil's Days, konsept albümden bir gömlek aşağıda bir bütünlük sahibi - bunda aslında grubun albümün bütününe yaydığı ve doom etkileşimi almış yürümüş.... ve bu hoş bir nokta.

Sonuç mu? 2011'in en iyilerinden diye bir listem olsaydı ki aslında var, bu albüm orada olurdu.... ki orada zaten.

Artılar: Grubun gösterdiği gelişme, geri kalan neredeyse her şey.
Eksiler: 2, 5, 6 ve 9 numaralı şarkılara alışmanın zorluğu.
Kimlere tavsiye edilir: Bu blogdakilere bakanlara, haricinde de stoner tayfası sevecektir, sludge tayvası sevecektir, pek çok tayfa sevecektir.

The House of Capricorn BandCamp: The House of CapricornCamp

In the Devil's Days albüm kadrosu:
Marko Pavlovic: vokal
Ami Hollifield: bas
Scott Blomfeld: gitar
Michael Rothwell: davul



1. All Hail to the Netherworld
2. Les Innocents
3. Coffins and Cloven Hooves
4. Arcane Delve
5. Canto IV
6. Veils
7. To Carry the Lantern
8. Illumination in Omega
9. Horns
10. In the Devil's Days

28 Şubat 2012 Salı

Beastwars - Beastwars

Bazen tür icad etmek zorundayım.  Tür ismi ortaya atarak çok rahat yaratabileceğim izlenimi sayfalar ve sayfalar dolusu belirteçle anlatmaya kasmak çok çekici gelmiyor açıkçası - ve bazen, sadece bazen, ortaya attığım türe "mensup" sayabileceğim başkalarını da keşfediyorum.

"Sludge rock" aslında Watertank'in Fairy Crimes albümü için düşündüğüm bir terimdi, fakat sonradan keşfettiğim Beastwars isimli gruba da cuk oturan bir tabir.  Şimdi, sludge rock ne midir? Çok basit - sludge metal'in temel birtakım özelliklerini (her zaman scream olan vokaller, akoru aşağı çekilmiş gitar tonları, şişman ve  kalın bas sesleri, davulun yardımcı enstrüman olması, riff'lerin ağır, melodilerin vurucu olması) alıyorsunuz fakat, bu özellikleri biraraya getirirken, metal değil rock mentalitesi güdüyorsunuz.  Beastwars'ın durumunda, güdülen mentalite kesinlikle katıksız bir stoner rock mentalitesi, o belli.

Efendim, grup, yukarıda adı geçen özelliklerin hepsine cuk oturan bir müziğe sahip.  İlk başta zaten stoner rock etkisi: Mihi'nin efsanevi bas girişinden, Daggers'ın genel haline ve albümün tamamına yayılmış bir stoner rock duruşu mevcut - bunu sludge'ın leşliği ile birleştirdiklerinde ortaya çıkan bileşke ise son derece güçlü, fakat, bu bileşkenin kuvveti aynı zamanda gruubun eksisini oluşturuyor.  Çünkü albümün havası bu iki etkileşimi, sludge'ın stoner metal ile olan ilişkisi sayesinde ancak dengeleyebiliyor ve bu da albümün her an dinlmesini güçleştiriyor.

Bunun bir diğer hem artı hem eksi olabilecek kısmı da, grubun on tonluk şarkıları ard arda dizmesi - tamam aynı şeyi diğer pek çok grup yapıyor (Cough ve Coffinworm aklıma gelen ilk ikisi) fakat bazen çekilebilirken, bazen çekilmez oluyor bu.  Ha fakat, albümün boş şarkı sahibi olmamasına ve ard arda efsane şarkıları önümüze dizmesine olanak tanıyor.  Damn the Sky'dan Iron Wolf'a gelene kadar albüm hız kesmiyor ve birbiri ardına hoş ötesi şarkıları diziyor.


Iron Wolf'ta sınır çekme sebebim, şarkının iyi kötü bir ballad olması (artık sludge rock'ta ballad ne kadar olursa işte) ve bir garip noktayı işaretlemesi.  Iron Wolf kendi halinde bir sludge ballad'ı, ve arından gelen Cthulu da öyle - bu ikisinin genel havası, şarkıların yanlış yerde olduğunu gösteriyor zira Empire, albümün geri kalanındaki dev, insanı ezmeye niyetli havaya tamamen sahip.  Albüm ne güzel tıkırındayken önce iki ballad sokup, sonra da "hiçbir şey olmamış gibi" devam etmeleri birazcık albümü yıpratıyor.

Ki aslında bu şarkıların tamamının her zaman kaldırılamayacak olmasının ardında da bir epiklik hissi yatıyor - Calling Out the Dead ve Red God misal, son derece eşşek gibi, ele avuca sığmaz atmosferler yakalıyorlar ve bu atmosferin şarkılara sığdırılması, icra edilen müziğin genel özellikleri uyarınca biraz zorlaşıyor.

Artılar: Genel olarak müziğin güzelliği, sludge etkileşimli stoner rock denince akla gelenden çok daha başarılı olması, yarattığı atmosferler.
Eksiler: Atmosferleri her zaman kaldıramıyor olması, sludge, stoner metal sevenler haricinin ilgisini pek çekmeyebilecek olması, şarkı dizilimindeki felaket hata.
Kimlere Tavsiye Edilir: Stoner metal ve sludge tayfasına.

Beastwars BandCamp: BeastwarsCamp

Beastwars kadrosu:
Matt Hyde: vokal
Clayton Anderson: gitar
James Woods: bas
Nathan Hickey: davul







1. Damn the Sky
2. Lake of Fire
3. Mihi
4. Daggers
5. Calling Out the Dead
6. Red God
7. Iron Wolf
8. Cthulu
9. Empire

William Control - Novus Ordo Seclorum

Üçüncü William Control albümü olacak olan Silentium Amoris'i bekleyeduralım, o arada idare etmemiz için falan olsa gerek, beş şarkılık bir EP çıktı ortaya.  Bu şarkıların albümde olup olmayacağı hala muğlakta, fakat, üçüncü albüme, kendisi çıktığında göz atarız zaten.  Gelelim şu anki gündem maddesine.

Bilmeyenler ya da okumamış olanlar için, William Control, Aiden vokali Wil Francis'in solo projesine verdiği isimdir.  Aiden'dan çok uzakta, endüstriyel/dark pop hesabı bir proje olan William Control'ün resmen klasik sayılabilecek ilk iki albümünü (Hate Culture ve Noir) zaten atlasımda incelemiştim.  Yine de hatırlatmak gerekirse, William Control, son derece ümitsiz hatta zaman zaman nihilist bir karakterdir ve dünyada aradığı (arayıp da bulamadığı) tek şey aşktır.  Bu arayışı da biraz darkwave, biraz endüstriyel, biraz hafif rock sosu yedirilmiş ilginç bir müzikle bize anlatmaktadır.

Novus Ordo Seclorum'a gelirsek, kendisi ilk iki albümdeki tarzı iyi kötü koruyor, bu da zaten duruma ya da dinleyenine göre hem eksi hem artı olabilecek bir özellik.  Artı olmasının sebebi, Noir'ın Hate Culture'a oranla farklılıklarının daha bariz olmasının yarattığı bir tür alışma zorluğuna gitmemesi.  Eksi olmasının sebebi, William Control denildiğinde akla gelecek şarkıların (Beautiful Loser, I'm Only Human Sometimes, Tranquillize) çok farklı olmaması.

Farklılıklar yok değil.  Misal Disconnecting, efsane bir darkwave şarkısı.  Bana özellikle The Last Dance ve eğer daha rock'ımsı olsalardı Scarlet Leaves çağrıştıran bir şarkı - genel havası, sözleri, ve daha da ötesi, içindeki enfes klavye solosuyla çok hoş bir çalışma.  Tek sorun, yeniliklerin bununla sınırlı kalması - Love is Worth Dying For ve Perfect Servant, kendi içlerinde çok güzel, sürükleyici ve kulağa hitap eden şarkılar olsalar da, bilindik William Control "formülünden" dışarı pek çıkmıyorlar.

Garip bir şekilde, EP'nin açılışı olan New World Order, standart William Control açılış şarkılarıyla benzerlikler taşısa da (o meşhur davul ritmleri/tonları direk var zaten) çok farklı bir şarkı olup çıkmış.  Üzerine, şu ana dek William Control karakterinin ağır karamsarlığıyla dalga geçen The Optimist Within Me de çok hoş bir neo-klasik balladı olmuş ve yeni albümde bu tip şarkıları duymak isterim açıkçası - zira ilk albümü intihar edeceği geceyi anlatan bir karakterin "içimdeki iyimser" demesi kadar kara mizah bir durum yoktur herhalde.

Sonuç mu? Hayranlar zaten bu EP'yi sindirdi, William Control'a yeni başlayanlar da gelmiştir o noktaya.... bu iki kategoride değilseniz önce Hate Culture ve sonra Noir'ı halledip buraya gelin derim.

Artılar: Müzik, sözler, karakter, yeni albümü beklerken tırnak yemekten nispeten kurtarıyor olması.
Eksiler: Sanki rahat olunan "başarı formülü"nden dışarı çıkmaya isteksizlik sergilemesi, bazı şarkıların Hate Culture/Noir ekstrası gibi durması.
Kimlere tavsiye edilir: Esasen herkese, fakat birincil olarak William Control hayranlarına.

William Control propaganda merkezi: William Control
William Control myspace: William Controlspace



1. New World Order (A New Kind of Faith)
2. Disconnecting
3. Love is Worth Dying For
4. Perfect Servant
5. The Optimist Within Me

Stolen Babies - There Be Squabbles Ahead

Aslında bu son derece gecikmiş bir yazı.  Fakat Stolen Babies'in bu albümden beridir hiçbir şey yapmadığı da düşünülürse, belki de son derece yerinde bir yazı bilemeyeceğim.  Fakat, bu yazı daha önce yazılmalıydı orası kesin.  Uzatmadan...

Esasen Stolen Babies ile olan tanışıklığım, dark cabaret akımına dayanıyor, zira grubun ortaya çıkıverdiği an The Dresden Dolls yükselişteydi ve ben de o akıma merak sarmaktaydım (her sabah Nobody Buried the Undertaker dinlerdim....) Grubun dark cabaret ile arası son derece az aslında, fakat, bağlantı çok da hatalı sayılmaz.  Bu cümleyi açıklamak için, grubun müziğine değineyim.

Şimdi, Stolen Babies'in müziği, tamamen kendine has ve herhangi bir türe çok fazla itibar etmiyor.  Temelinde sağlam bir dark cabaret, metal ve endüstriyel müzik duruyor - fakat, grubun, bu ikisine birden ekleyip bu ikisinden çıkarttığı o kadar çok şey var ki, herhangi bir anda herhangi bir türe kayabiliyorlar.  Fakat ağırlıklı olarak, "endüstriyel kabare metal" desek olur - klavye, endüstriyel ve kabare arasındaki geçişleri sağlıyor, vokaller Dominique'in çokyönlü vokali sayesinde sert ve yumuşak noktalar arasındaki geçişlere yardımcı oluyor.

Cidden, Dominique Lenore Persi, hayatımda dinlediğim en çeşitli vokaller arasında.  Şarkının gereksinimlerine göre gırtlak yırtarcasına scream vokalden (albüme dağılmış vaziyette ve hayır, bu noktada bir Angela Gossow ya da Candace Kucsulain gibi bir brutallikten bahsetmiyoruz) hafif operatik vokal tarzlarına (Lifeless) geçebilmesi bir yana, istediğinde coşkulu olabilmesi (Filistata) ya da sükunetiyle ağır, gizemli takılabilmesi (So Close) ayrı bir yana.... uzun lafın kısası, Stolen Babies vokal konusunda son derece avantajda.

Aslında Stolen Babies'in enstrüman kullanımı her açıdan son derece başarılı.  Misal, Gil Sharone'un davulları, death metal şarkısından hızlı rock şarkısına her yere oturtabilecek ritmlerden son derece zevkli, oynak ritmlere kadar her yerde geziniyor ve bu adamın grubun belkemiğini oluşturanlardan olduğunu söylemek çok da abartmak olmaz.  Benzer şekilde, zaman zaman yardımcı bir rol üstlenen kavleyeleriyle, Ben Rico endüstriyel etkisini tek başına üstleniyor fakat, bu etkileşim hiçbir zaman grubun geneline ters bir şekilde olmadığı gibi, çok çeşitli yerlere gidebiliyor (Awful Fall, The Button Has Been Pushed, Tall Tales...)

Müziğin kalanının da ondan aşağı kalır yanı yok.  Rani Sharone'un bası son derece belirgin ve zaman zaman ciddi can yakacak sivrilikte çıkıyor ortaya.  Daha ön planda olan gitarlarda ise Rani Sharone ve ona eşlik eden Davin Givhan var ki, bu ikili istediklerinde hem melodik olabiliyorlar, istediler mi de gaz riff'ler çıkartıp pek çok yeni nesil "metalciyi" utandıracak sertliğe ulaşabiliyorlar ki, aslında grubun çeşitliliği bu konuda da son derece belirgin.  Hani A Year of Judges'da son derece rahat giderken Mind Your Eyes'da gaza basan ve daha sonra Swint? or Slude? da apayrı bir şekilde gitar kullanan bu tiplere diyecek sözüm ok.

Grubun kabare kısmını Persi, Rani Sharone ve Ben Rico üstleniyor.  En rahat öne çıkan ögelerden bir tanesi zaten Persi'nin akordeonu ile Rico'nun klavye tonları.  Akordeon pek çok yerde öne çıkan ve rahatça kendine yer edinen bir enstrüman (Filistata, Awful Fall, Push Button, Tablescrap....) ve en azından bir noktada tam bir dark cabaret şarkısına (ki o da Gathering Fingers) gidiyor.  Dark cabaret'den bekleyeceğiniz tip garip ritmler, oynak havalar ve bunların grubun daha sabit (i.e. metal) etkileşimleriyle birleşmesi zaten Stolen Babies'in özü.

Sonuç mu? 2006'da çıkmış olmasına bakmayın, 2000'lerin sayılı efsanelerindendir albüm.

Artılar: Şarkıların çeşitliliği, albümün sürükleyiciliği, müziğin kendine haslığı, bunca sene geçmesine rağmen eskimemiş olması.
Eksiler: Birazcık genel tür bilgisi gerektirebilmesi (dark cabaret, ekstrem metal, vs...)
Kimlere tavsiye edilir: Herkes aslında bakmalı, belli mi olur, seversiniz belki.

Stolen Babies resmi sitesi: Stolen Babies
Stolen Babies myspace: Stolen BabieSpace

There Be Squabbles Ahead albüm kadrosu:
Dominique Lenore Persi: vokal, akordeon
Rani Sharone: bas, mandolin, gitar
Davin Givhan: gitar
Ben Rico: klavye
Gil Sharone: davul




1. Spill!
2. Awful Fall
3. Filistata
4. A Year of Judges
5. So Close
6. Tablescrap
7. Swint? or Slude?
8. Mind Your Eyes
9. Lifeless
10. Tall Tales
11. Push Button
12. Gahering Fingers
13. The Button Has Been Pushed

Collider - Collider EP

Ottawa diyince aklıma gelen ilk şeyin sludge metal olmamasında bir gariplik göremiyorum açıkçası - fakat bu noktadan sonra sludge metal dediğimde aklıma gelen ilk şeyin Collider olacağına şüphe yok.  2011'in bir kısmında uyumuş olduğum için kaçırdığım pek çok güzel albüm var, yeni yeni sindirebildiğim, en yenisi ise Collider isimli grubumuzun üç şarkılık EP'si.

Collider ne tarz icra ediyor derseniz, garip bir sludge bileşkesi derim.  Sludge metalin bazı alternatiflerinde (Mastodon, Baroness, Howl....) bulunan pek çok özellik var - kafaya balyoz indirircesine bir müzik, sivri bas, davulun ritmik olduğu kadar lead enstrüman da olabilmesi, brutal vokal (ki Collider vokal açısından Howl'a çok ama çok benziyor) var.  Kategorik olarak hafif post-metal, hafif hardcore etkisi taşıyal sludge metal desek yeterlidir.

Collider'ı akranlarından ayıran en önemli özelliklerinden birisi, adamların şarkı yapıları.  Bu üç şarkılık EP'de bile pek çok riff var, fakat, bazı sludge gruplarının (misal Hull) yaptığını yapıp da ard arda riff dizme yolunu seçmemişler - onun yerine, şarkıyı bir "ana riff" eksenine oturtup, birincil olarak bu riff üzerine varyasyonlarla ilerleyip, bu varyasyonların arasına farklı riff'ler sıkıştırmışlar.  Bu en belirgin olarak açılış şarkısı olan Tundra'da mevcut.

Tundra'da göze çarpan ve Crusher of Suns ile Titana Boa'da eşit derecede bulunan bir diğer "kendine haslık" ise Orta Doğu etkisi.  Karşılaştırma yaparak ancak Melechesh ile karşılaştırabileceğim bir anlayışa sahip Collider ve gerek ritmlerinde, gerek seçtikleri melodilerde ve rifflerde bu hissediliyor - EP'nin açılış riff'inin hem kendisi, hem o riff'in sonradan getirilen varyasyonları oynak ötesi, ve bu oynaklığın genele yayılmış olması da grup için başka bir artı.

Post-metal özelliği ise esasen Crusher of Suns'da çıkıyor - şarkı öyle bir açılıyor ki, grubun Agalloch anı yaşadığını söylesek yeridir (Agalloch'un post-metal olmaması bir yana...) Tabii ki vakit kaybetmeden bu post-metal girişi sludge metale evriliyor fakat, bu geçişte ortaya atılan melodiyi daha sonra destekçi olarak kullanıyorlar.  Bunun bir benzeri Titana Boa'da da var, fakat o şarkı yumuşak başlayacakmış gibi yaptıktan sonra kafaya inen ard arda power chord'lar ile dinleyiciyi sindirme politikası izliyor.

Aslında bütün bunların hepsinin anlatması gereken tek bir şey var - üç şarkıda ne kadar grup kimliği, duruş, vs. olur ki, diyenlere, sayının önemsiz olduğunu anlatması gerekiyor sadece.  Zira Collider'ın tarzı kendine has ve dinlediğinizde "aha bu Collider" rahatça diyebileceğiniz bir müzik var ortada.  Bu kadar az miktarda şarkı/ürün sahibiyken grup kimliği gibi kritik bir ögeyi bu kadar rahatça ortaya çıkartabilmeleri ise takdire şayan.

Sonuç mu? Herkese inat "EP'miz bedava ve hep bedava kalacak" diyen bu grubu kaçırmayın derim, BandCamp linki aşağıda, oradan indirebilirsiniz.

Artılar: Müziğin güzelliği, şarkıların hoşluğu derken uzar gider, basitçe her şey.
Eksiler: Sadece üç şarkı olması!
Kimlere tavsiye edilir: Death ve heavy metal dinleyenler bir bakmalı, haricinde sert müzik sevenlere ve sludge tayfasına.

(grupta ne kimin ne yaptığı belli, ne de resmi site var ortada, haliyle...)


Collider BandCamp: ColliderCamp



1. Tundra
2. Crusher of Suns
3. Titana Boa

27 Şubat 2012 Pazartesi

Mars Red Sky - Mars Red Sky

Psych rock aslında hiç ama hiç sevmem. Sebeplerini daha sonra tekrar belirttim, fakat normalde psych rock sevmem. Stoner psych rock dendiğinde ise aslında sadece içindeki "stoner" lakabı yüzünden şöyle bir göz atasım gelmişti Mars Red Sky'a. En güvendiğim kaynaklardan bir tanesi grubu ortaya atınca bakmadan geçemedim.

Ve orada, grup beni büyüledi.

Efendim Mars Red Sky bir psych stoner/desert rock grubu. Bunun anlamı ne derseniz, size otoyolda (çölde) giderken güneşin batışını hatırlatan, asfalt hisli, stoner tonları ve groove taşıyan fakat içinde son derece huzurlu, son derece rahat ve sizi evinizde hissettirmeye yönelik bir müzik derim. Tıngır mıngır psych rock - stoner tınıları taşıyan gitarlar, kalın bir bas, minimal davul, muhteşem bir vokal. Cidden, Jimmy Knast'ı tebrik etmek lazım, adam vokallerde çok güzel iş çıkartmış.

Grubun bütün bu yazdıklarımın içerisinde de bulunan en büyük kuvveti yarattığı atmosferden geliyor.  Şimdi normalde psychedelic dendiğinde akla gelen acid atmış hissi Mars Red Sky'da yok, onu baştan belirtelim, fakat onun yerine çok güzel bir gün batımı hissi var.  Güneşin artık turuncu olduğu, gökyüzünün farklı renklere bezendiği bir yaz akşamı - daha da iyisi, bir kanyonda ya da çölde görebileceğiniz tipten bir yaz akşamı havası var albümde.

Bunun yanısıra, albümün hafif rüyamsı bir havası da var.  Strong Reflection ve Curse bu konuda en belirginleri, ve aslını isterseniz kendileri hafiften de karanlık şarkılar.  Buna benzer olarak akustik enstrümental bir şarkı olan Saddle Point de bu konuda katkıda bulunuyor.  Tabi hep rüya, akşam, vesaire olsa albüm bize bu konuda nefes aldırmamış olurdu, ki bu bariyeri de Marble Sky'ın dans havası, Way to Rome'un genel rahatlığı ve Up the Stairs'in sükuneti ortadan kaldırıyor.

Esas bahsedilmesi gereken bir diğer şarkı da, bu iki kategoriye dahil olmasa dahi kendisi son derece güzel olan Falls.  Enstrümental şarkılardan nefret eden beni bile son derece kolay cezbedebilen bu şarkı, albümde kendi yerine son derece güzel oturan bir unsur.  Kullanılan riff son derece akılda kalıcı, onun çevresinde şekillenen parça ondan güzel, ve uzun lafın kısası, tadından yenmez zira tadı o kadar tatlı ki, kalp krizi geçirttirir insana.

Sonuç mu? Valla yepyeni bir gruba ve 7 şarkılık bir albüme göre mi? Efsanevi sözcüğü yetersiz kalıyor.

Artılar: Atmosfer, melodiler/riff'ler, genel hava.
Eksiler: Bazen fazla uçucu olması.
Kimlere tavsiye edilir: Atmosferik şeyleri sevenlere ve genel olarak stoner/desert rock hayranları.

Mars Red Sky Resmi Sitesi: http://www.marsredsky.com/
Mars Red Sky: http://www.myspace.com/marsredsky

(grupta kim ne yapıyor belli değil, ben de kasamadım, yapılan işe bakacağız, ki o da gayet güzel.)





1. Strong Reflection
2. Curse
3. Falls
4. Way to Rome
5. Saddle Point
6. Marble Sky
7. Up the Stairs