29 Eylül 2012 Cumartesi

Mindless Self Indulgence - if

Sürekli hiperaktif bir enerjiye sahip, her adımda hızlı, yüzünde bir gülümsemeyle küfürleri ard arda dizen ve hiçbir şeyi umursamayan bir grup, nasıl olur da bunların hiçbirini bozmadan depresyonun dibine vurur, ve bunu yaparken çıtasını yükseltir diye sorarsanız, cevabını MSI bize if albümü ile vermiş derim.

if, grubun sonraki hamlesi merakla beklenirken geldi ve ortaya çıkan şeyi, bence, kimse tahmin edemezdi.  Her şeyden önce, müziğe değinelim: You'll Rebel to Anything'den birkaç adım ileri giden müzik çok daha oturaklı, new school punk etkisi biraz daha bariz, fakat aynı zamanda grubun özünde olan hip-hop, elektronik ve chiptune estetiğinden hiç ödün vermemiş.  Bu da zaten if'i, aslında önceki albümlerin yavaş yavaş inşa ettiği yapı kılıyor.  Jimmy eskisi kadar çok vokal numarası kullanmıyor fakat Steve Righ? ve Lyn-Z bu ufak boşluk sayesinde biraz daha ön plana çıkmış.

Fakat, albümün MSI diskografisinde tamamen kendine has bir yere sahip olmasının ve en önemli özelliğinin arkasında ufak müzikal değişiklikler yatmıyor.  Basitçe söylemek gerekirse, if son derece depresif bir albüm.  Nasıl derseniz, şöyle: grup, özünde bulunan enerjisini muhafaza etmeyi başarmış.  Şarkıların hepsi yine hızlı, insanı sürükleyen, belirgin bir enerji yükünü içinde barındırıyor.  Albümü zaten (açıktan açığa depresyona bağladığı Due, Mark David Chapman ya da Mastermind gibi anlar haricinde) bu çok depresif yapıyor: MSI resmen dinleyicisini eğlendirirken kendi kendisini harcadığını ifade eder gibi bir tavra bürünmüş.  Gülümsüyorlar, hoplayıp zıplıyorlar, akıp gidiyorlar ve her espri, her gülücük sahte, hepsi yalan ve onlar da bunun farkındalar.  if, duruşuyla, resmen "acı çekmemizle eğlendiğinizi biliyoruz, dolayısıyla kendimizi kırbaçlayacağız" der gibi.

Tamamen depresif Due ("Herkes neyi bilmesi gerektiğini biliyor, ben hariç") , Mastermind ("Vaktin geldi, her şeye veda et"), Mark David Chapman ("Umut yok, korku yok, hepimiz aynı gözyaşlarıyla ağlıyoruz") gibi şarkıların yanında Pay for It ("Asla mükemmel olmayacak, benim için asla"), Prescription ("Sahneye çıkmadan ufacık bişeyler lazım"), Never Wanted to Dance ("Asla dans etmek istememiştim ama sen hayır cevabını kabul etmedin, kaltak"), Evening Wear ("Herkes bomba olmak istiyor ve bomba olunca masumiyet yitiyor") gibi buruk şarkılar da yer alıyor.  Bu açıdan, eskiden tek tük çıkan, ciddi ya da depresyona bağlayan cümlelerin bazen şarkıları toptan ele geçirdiğini söylemek mümkün.  Fakat, belirtilmesi gereken şey, mevzubahis şarkıların da insanı eğlendirebiliyor olması.

Ha, albüm bunu çok güzel bir şekilde, yeni ve oturmuş tarza uygun eski/yeni, eğlenceli pek çok şarkı var.  Üniversite birinci sınıf muhabbetli Issues, felaket komik bir geçiş barındıran (ve konusu aklınıza ilk gelen şey olan) Get It Up, lisse mentalitesiyle yazılmış ayrılık şarkısı Revenge, MSI standardı Animal, endüstriyel yönüyle öne çıkan ve Revenge'deki ponpon kız havasını koruyan On It, hip-hopumsu bir tavır sergileyen Money ve tabii ki efsane olan Bomb This Track insanı rahatça yerinden kaldırıp dans ettirebilecek şarkılar.

Sonuç mu? if son derece sağlam ve grupların aslında özünden ödün vermeden de gelişebileceğinin / olgunlaşabileceğinin kanıtı.  MSI'ın bir sonraki adımını merakla bekliyorum.

Artılar: Müziğin tavan yapması, her şarkının efsane olması geleneğinin sürmesi, grubun eski kimliğiyle yeni kimliğini birleştirmesi sonucunda özünden uzaklaşmadan değişmiş olması....
Eksiler: Albümün bir yarısının önceki EP'lerde yer alan ya da single olarak çıkan şarkılar olması.
Kimlere tavsiye edilir: MSI hayranlarına, MSI nedir merak edenlere ve genel olarak garip, elektronik destekli rock / punk sevenlere.

Mindless Self Indulgence resmi sitesi: MSI
Mindless Self Indulgence myspace: MSISpace

Tight albüm kadrosu:
Little Jimmy Urine - vokal
Steve Righ? - gitar
Lyn-Z - bas
Jeniffer "Kitty" Dunn - davul



1. Never Wanted to Dance
2. Evening Wear
3. Lights Out
4. Prescription
5. Issues
6. Get It Up
7. Revenge
8. Animal
9. Mastermind
10. On It
11. Pay for It
12. Due
13. Money
14. Bomb This Track
15. Mark David Chapman

Not: Albümün aslında birkaç tane kapağı var - ben normal versiyonundan çok daha ucuza deluxe versiyonunu bulduğumdan, onun kapağını koydum.

27 Eylül 2012 Perşembe

D12 - Devil's Night

Eminem'in ünü, rap müziğine kazandırdıkları veya rap'i getirdiği yer tartışılamaz; zamanının devlerinden N.W.A.'in üyelerinden olan (ve Snoop Dogg'un ününden de sorumlu olan) Dr. Dre'nin en büyük başarılarından biri, bu beyaz velede bir fırsat vermek olmuştur da denebilir, aslında.  Fakat, zaman zaman, Eminem'in yıldızının parlaklığından dolayı gözardı edilen bir oluşum vardır ki, o da D12'dir.

D12 ("Dirty Dozen"), aslında Eminem'in Detroit günlerinden tanışık olduğu, merhum Proof ile başını çektiği bir ekiptir.  Ekibin bundan önceki çıkışları Eminem'in meşhur Marshal Matters LP'sindedir (Under the Influence şarkısında.) Devil's Night ise, Eminem'in zamanında verdiği, önce meşhur olup sonra ekibi meşhur etme sözünden çıkma, rap dendiğinde aslında çıtayı fazlasıyla yüksek tutan bir albümdür.

Öncelikle D12'e ait tarzdan bahsedelim.  Ekipteki her üyenin tarzı, ortaya attıkları, kısaca "sesleri" farklı ve her şarkı bu seslerin çeşitli kombinasyonlarla biraraya gelmesinden oluşuyor.  Bunun getirdiği büyük artı, tek bir rapçinin kendi usulünü ortaya dökmesinden ziyade bir grup rapçinin bir ekip olarak kimlik ortaya koymasını görüyor oluşumuz.  Cidden, D12'in belirli bir duruşu var ve herkes bu duruşa uygun hareket ediyor.  Yalnız, bu konuda özellikle belirtilmesi gereken bir kişi var, o da Bizarre.  Bizarre, hem diğerlerinden daha yavaş ve oturaklı rap söylemesi haricinde, "shock rap" denebilecek bir usül ile hareket ediyor.  Bir grup sapığın arasında hepsinden ayrı durmayı ve hep diğerlerinden birkaç adım ileri gitmeyi başarıyor.

Albüme hakim olan unsurlardan en büyüğü eğlence, zira en karanlık anlarında bile Devil's Night bir espri içeriyor.  Bundan kaçabilen şarkı hiç yok, ve eğer simsiyah mizahtan hoşlanıyorsanız, albüm felaket eğlenceli oluyor.  Bu noktada bahsedilmesi gereken bir şarkı tipi de tamamen eğlenceye yönelik olanlar: Shit Can Happen, Ain't Nuttin' But Music, Nasty Mind, Purple Pills, Blow My Buzz, hepsi dinleyeni eğlendirmeye ve gülümsetmeye yönelik, pozitif enerji yüklü şarkılar.  Hatta Ain't Nuttin' But Music, hem beat ve müziği, hem de müzik endüstrisine acımadan geçirmesiyle; Blow My Buzz ise genel havasıyla sonuna kadar parti şarkıları denebilir.  Eğer son derece çarpık bir espri anlayışınız varsa, Pimp Like Me'yi de bu kategoriye sokmak mümkün, ki aslında bu şarkı rezalet, tavrı felaket, fakat ikisi de eprisini arttırmaktan başka bir şey yapmıyor.

Tabii ki her şey gırgır şamata değil.  Devil's Night aslında istedi mi havasını ciddileştirip karartabiliyor.  Daha yavaş ya da daha vurucu beat'ler, zehir gibi yoğun, jilet gibi keskin sözler ve genel olarak daha ağır şarkılar var.  Bu kategoriye Pistol Pistol, American Psycho, Instigator, Devil's Night ve Revelation girebilir.  Pistol Pistol ve American Psycho daha çok sinsi iken, Instigator daha belirgin ve sinirli haliyle kendini belli ediyor.  Fakat, albümün tavan noktası denebilecek iki nokta varsa, bunlar da Devil's Night ve Revelation olacaktır ki, ikincisinin nefes nefese hızı ve duygu yoğunluğu ile cidden efsane bir şarkı.

Sonuç mu? Çok fazla değilse de arada rap dinlemeyi seven birisi olarak, aslında bu blogun daha çok rape ihtiyacı var diye düşünürken, hayatımın albümleri arasında saydığımla başlayayım dedim (hoş, Cypress Hill'in IV albümü de o statüde ama....)

Artılar: Basitçe, mükemmel rap albümü denebilecek olması.
Eksiler: Türü sevmeyenlere ve espri anlayışı tutucu olanlara hitap etmeyecek olması.
Kimlere tavsiye edilir: Rap sevenlere.

D12 resmi sitesi: D12
D12 MySpace: D12Space

D12 Üyeleri:
Eminem (Slim Shady)
Swift (Swifty McVay)
Kuniva (Rondell Beene)
Kon Artis (Denaun Porter)
Proof (Derty Harry)
Bizarre (Peter S. Bizarre)



1. Another Public Service Announcement
2. Shit Can Happen
3. Pistol Pistol
4. Bizarre (Skit)
5. Nasty Mind
6. Ain't Nuttin' But Music
7. American Psycho
8. That's How (Skit)
9. That's How
10. Purple Pills
11. Fight Music
12. Instigator
13. Pimp Like Me
14. Blow My Buzz
15. Obie Trice (Skit)
16. Devil's Night
17. Steve Berman (Skit)
18. Revelation
19. Girls (Bonus)

Not: Bazılarının The Crow filminden hatırlayacağı "Devil's Night", Halloween gecesinde eski ya da içinde adi suçların işlendiği evlerin yakılması geleneğine verilen isim.

21 Eylül 2012 Cuma

Mindless Self Indulgence - You'll Rebel to Anything

Eğer zamanında genç olmuş bir grup için "olgunlaşmışlar" ifadesi kullanılıyorsa, bilin ki sorun vardır.  Olgunlaşmak ya da değişmek kötü bir şey olduğu için değil, genellikle "olgun" tabiri grubun özünde barındırdığı her şeyi bir kenara atıp, neden aynı ismi kullandığını sorgulatırcasına farklı işler peşinde koşmasını anlatmak için kullanılır.  İstisnaları bunun çok azdır, ki, MSI, şükür ki, bu istisnalardandır.

You'll Rebel to Anything, grubun üçüncü stüdyo albümü ve içeriği diğer iki albümden fazlasıyla farklı.  Bazıları için bu albüm bir kırılma noktasını temsil ediyordu, fakat işin özü şurada ki, MSI, olgunlaşarak biraz daha oturaklı, daha başı sonu belli bir müziğe yönelerek aslında bir adım ileri gitmiş.  Müzikteki punk etkisi kendisini rock etkisiyle dengelerken, şarkı yapıları daha klasikleşmiş.  Her zaman grubun müziğinde faktör olmuş olan elektronik müzik (aynı şekilde hep varolmuş olan) chiptune etkisini beraberinde taşıyarak bu yeni ve "olgun" tarzın destekçisi olarak oturtmuş.  Fakat, elektronik etkileşimi, normalde kullanıldığı gibi kullanılmaktan çok, ikinci gitarı klavye olan grupları andırırcasına kullanılmış.

You'll Rebel to Anything aslında iki özelliğini açık net ortaya döken bir albüm: ilki, fazlasıyla protest bir duruş sergiliyor olması.  1989, You'll Rebel to Anything (As Long as It's Not Challenging), What Do They Know? ve Bullshit hep "özenti" mentalitesine göndermelerle dolup taşıyor.  Bu albümün çıkış döneminin de aslında emo akımının patlamasına denk geldiği düşünülürse, grubun zaten punk ruhundan nasibini almışlığı ile sahip olduğu tavrın tavan yapması anlaşılabilir.  Özellikle bahsedilmesi gereken şarkı Bullshit, zira son derece hoş bir girişten sonra "Bundan sonrası tamamen boş" diyerek (ve bazen "ve buna bayılıyorsunuz!") diye ekleyerek aslında özellikle ana-akım müzik endüstrisine giydiriyor.

Albümün ikinci özelliği ise aslında pek çok noktada karanlık bir havaya bürünmesi.  1989 ("Cesedim soğumadı bile / şovumun modası yavaştan geçiyor"), Rush'ın efsane şarkısı Tom Sawyer'ın cover'ı, , Straight to Video ("Hiç fark etmemiştim / hiç fark etmemiştim / güzelliğin kayboluyor / kaybolup gidiyor"), What Do They Know? ("Yüzümden okunuyor")  bu konuda çok belirgin şarkılar ve esas olayı enerji dolu, eğlendiren, pozitif yüklü bir grubun hüzne boğulduğu anlar cidden daha vurucu oluyor.  Bu konuda da öne çıkan şarkı Straight to Video zira kendisi baştan aşağı depresif bir şarkı.  Hava olarak esasen Diabolical'a benzeyen şarkı, sözleriyle ve havasıyla büyüleyici fakat bir o kadar da negatif.

Bu iki özellik bir yana, müziğin özü yine MSI'ya has sound'u koruyor ve protestolarıyla gülümsetmediğinde yine de eğlendirebiliyor.  Shut Me Up, 1989, Stupid MF, 2 Hookers and an Eightball ve özellikle Prom son derece eğlenceli şarkılar ki bunların arasından Shut Me Up ve Prom tamamen grubun bilindik hiperaktivitesine yakın geçiyorlar.  Ki zaten You'll Rebel to Anything, öncesindeki FGWSSS'nin otuz şarkıda barındırdığı enerjinin aynısını daha odaklı bir şekilde bulundurmayı başarıyor.

Aslında grubun şu ana kadar bir türlü yazamadığım bir özelliği daha var: özellikle FGWSSS ve sonrasında, MSI albümlerindeki her şarkı bir hittir.  Açıklamam gerekirse: bazen albümlerde olan ve diğer şarkılardan bariz bir-iki kademe yukarıda olan şarkılar, MSI albümlerinde yoktur.  You'll Rebel to Anything de bu açıdan son derece oturaklı bir albüm diyebiliriz, zira bu albümdeki herhangi bir şarkıya klip çekilebilirdi, ve o şarkı eforsuzca hit olurdu, zira her şarkıya aynı özen gösterilmiş.  Ki, zaten Jhonen Vasquez'in yönettiği Shut Me Up ve daha sonradan gelen Straight to Video'nun klipleri (hele grup Straight to Video için hayranlardan klip çekmesini istedikten sonra) rahatça hit haline gelmiştir.

Sonuç mu? MSI'ın ilerlerken kalitesinden ödün vermediğini görmek güzel.

Artılar: Müziğin ilerlemesi ve oturması, Straight to Video, grubun kendi çıtasının altına düşmemesi.
Eksiler: Eğlencenin yerini yavaş yavaş depresyonun alıyor olması, daha sonraki albüme de taşacak "daha önce çıkan EP'lerdeki tek tük şarkıları albüme koyma" huyunu 2 Hookers and an Eightball ile başlatmış olması.
Kimlere tavsiye edilir: MSI hayranlarına, MSI nedir merak edenlere ve genel olarak garip, elektronik destekli rock / punk sevenlere.


Mindless Self Indulgence resmi sitesi: MSI
Mindless Self Indulgence myspace: MSISpace

Tight albüm kadrosu:
Little Jimmy Urine - vokal
Steve Righ? - gitar
Lyn-Z - bas
Jeniffer "Kitty" Dunn - davul



1. Shut Me Up
2. 1989
3. Straight to Video
4. Tom Sawyer
5. You'll Rebel to Anything (As Long as It's Not Challenging)
6. What Do They Know?
7. Stupid MF
8. 2 Hookers and an Eightball
9. Prom
10. Bullshit

Mindless Self Indulgence - Frankenstein Girls Will Seem Strangely Sexy

Benim MSI ile tanışmam bu albüm, Jhonen Vasquez'in yarattığı Invader Zim, ve ikisinin de hayranı olan kardeşim sayesinde oldu.  Bir gün, kampüsten eve dönerken, iPod'unu bana verdi ve garip, daha önce dinlediğim hiçbir şeye benzemeyen, çok ama çok güzel ve saçmalık seviyesinde eğlenceli bir şarkı açtı ve beni Mindless Self Indulgence ile tanıştırdı.  (Şarkı Faggot idi, bu arada.)

Frankenstein Girls Will Seem Strangely Sexy (bu noktadan sonra FGWSSS) grubun Tight ile yakaladığı başarıdan sonraki adım olarak gelir ve aslında MSI diskografisinde grubun özünü en iyi yansıtan albümdür denebilir.  Müzikteki punk etkisi biraz daha rafine hale gelirken, eşlik eden rap / elektronik ögeleri de aynı sıçramayı takip edercesine öne atılmış.  Fakat, her halinde, FGWSSS, Tight'a göre daha sert, daha gitar bazlı bir albüm.  Albümün bir diğer başarısı da zaten önceki albümdeki başarılı her ögeyi alıp hepsini birkaç adım ileri götürmesi: sözler daha saçma, daha kaba saba, daha vurucu ve daha felaket; müzik daha hızlı, daha enerjik, daha sert, daha inişli-çıkışlı; vokaller saçma sapan dinamiklere sahip.... kısaca, birkaç adım ilerisi.

Her şeyden önce, tek CD'lik bir albümde otuz şarkı olmasına bir değinelim.  MSI, FGWSSS'de, daha sonra yavaş yavaş kaybedeceği bir felsefeyle hareket ediyor: az, hatta çok az, ama öz.  I Hate Jimmy Page'de geçen "İki dakikalık bir şarkı bir dakika elli dokuz saniye sürer - çok uzun be!" ifadesini yaşatırcasına, şarkıların çoğu bir buçuk-iki dakikalık.  Tabii bu demek değil ki şarkı adına hiçbir şey duymayacağız: MSI, tarzı olduğu üzere, her şarkıyı ayrı bir kimlikle donatmayı başarmış ve, sanki şarkıyı oluşturmak için vaktinin kısıtlı olduğunun bilincinde ve panikliyormuşçasına türlü numalarla doldurmayı başarmış.

Ki zaten albümün en büyük artısı, asla tempo düşürmeyen ve dinleyiciyi rahatça kendine bağlayan enerjisi.  Bu enerji dinleyeni yormuyor, aksine onları da sürüklüyor.  Albüm çok eğlenceli: hele Urine'in ağzından çıkan sapık mizahla aranız varsa daha da eğlenceli.  Grubun türlü taşkınlıkları, şarkıların dolu dizgin giden hızları ve genel havaları, süreleriyle birleşince albümü daha da dinlenebilir kılıyor.  Hoş, London Bridge, Planet of the Apes, Clarissa, I Hate Jimmy Page, Masturbates, Step Up Ghettoblaster, Faggot ve Kill the Rock daha başı sonu belli şarkılar arasında sayılabilir: ki aslında grup ufaktan şarkılarını tamamen rastgele yapılar üzerine kurmak yerine daha kontrollü bir kaosu tercih etmiş denebilir.

Ayrıca, şarkılarda ufaktan kendini belli etmeye başlayan karanlık bir eğilim var desek çok da yanlış olmaz.  Bir kere, daha sonradan daha da belirginleşecek bir "kişinin kendisine acımadan geçirmesi" söz konusu.  Jimmy Urine bazen acımasızca kendini yeriyor.  Pek çok cümle buna örnek sayılabilir, zira arada neden bir kenara itilip unutulması gerektiğinden ve aslında rezalet bir kişi / müzisyen olduğundan dem vuruyor.  Bunun tavan yaptığı an, Royally Fucked'a sıkıştırılan "Hepsi ölü / bırakın ben de öyle olayım" cümlesi ki, o kadar rast gele bir yerde ki, kaçırmak işten değil.

Sonuç mu? Hayatımın albümleri arasında rahatça tanımlayabileceğim bir şaheserdir Frankenstein Girls Will Seem Strangely Sexy.

Artılar: Her şey desek doğru olur.
Eksiler: Bir daha asla böyle bir albüm gelmemesi?
Kimlere tavsiye edilir: Yeni şeyler arayanlara, yeni şeylere açık olanlara ve MSI nasıl bir şey bilmek isteyenlere.


Mindless Self Indulgence resmi sitesi: MSI
Mindless Self Indulgence myspace: MSISpace

Tight albüm kadrosu:
Little Jimmy Urine - vokal
Steve Righ? - gitar
Vanessa Y.T. - bas
Jeniffer "Kitty" Dunn - davul



1. Backmaskwarning!
2. Bitches
3. Boomin'
4. Clarissa
5. Cocaine and Toupees
6. Dicks are for My Friends
7. F
8. Faggot
9. Futures
10. Golden I
11. Harry Truman
12. Holy Shit
13. I Hate Jimmy Page
14. I'm Your Problem Now
15. J
16. Keepin' Up with the Kids
17. Kick the Bucket
18. Kill the Rock
19. Last Time I Tried to Rock Your World
20. London Bridge
21. M
22. Masturbates
23. Planet of the Apes
24. Played
25. Ready for Love
26. Royally Fucked
27. Seven-Eleven
28. Step Up, Ghettoblaster
29. Whipstickagostop
30. Z

Not: Şarkılar alfabetik sırayla dizilmiştir.
Not 2: CD'nin arka yüzünde, çeşitli kelimelerin şarkı isimlerinde bulunması durumunda sansürlenmesini protesto etmek için grup her sesli harfi * karakteri ile değiştirmiştir.  Bu durumda ortaya "F*t*rs", "K*ll Th* R*ck", "L*nd*n Br*dg*" gibi şarkı isimleri çıkmıştır.
Not 3: Evet, Clarissa, ülkemizde de Nickolodeon'da yayınlanmış olan ve Melissa Joan Hart'ın başrolünde olduğu "Clarissa Explains It All"a atfedilmiş bir şarkıdır, fakat tabii ki Jimmy Urine bunu da kendi tarzında yapmış, o ayrı.

Mindless Self Indulgence - Tight

Kuruluş hikayesini bizzat grup üyelerinin "birbirimizi zaten uzaktan tanıyorduk, bir gün biraraya gelip, birimizin bodrumunda saçmalayalım dedik, o gün bu gündür takılıyoruz" olarak anlatan bir grup sapığın ilk ortaya çıkışı aslında gayet de endüstriyel/elektronik rock olarak takılan, grubun ismini taşıyan bir demoydu.  Fakat, grubun esas potansiyelini ufak ufak belli eden albüm, ilk stüdyo albümleri olan Tight olacaktı.

Mindless Self Indulgence ne tip müzik yapıyor derseniz, aslında anlatması zor.  Müziğin içinde en bariz öne çıkan üç tür rap, punk ve elektronik (bilhassa trance/technovari bir müzik.) Steve Righ?'ın gitar kullanımı müziği şekillendirmekten çok, Jimmy Urine'in vokallerine ve türlü taşkınlıklarına zemin hazırlamak için var.  Müziğin neredeyse tamamını elektronik / endüstriyel sample'lar, bunlara eşlik eden synth davullar (ilginçtir ki son derece yetenekli bir davulcudan çıkma), sapık saçma vokaller oluşturuyor.  Jimmy Urine'in aynı zamanda kendi kendisinin yardımcı vokalliğini yapmak gibi bir huyu olduğundan arada beatbox eklentiler, çeşitli sesler de katılıyor.

Her şeyden önce, Jimmy Urine'den bahsetmek lazım zira MSI bu adamın sapıklığı üzerine kurulu bir proje.  Jimmy Urine tam anlamıyla ADD hastası bir hiperaktif ve bunun da üzerine bolca şeker tüketip, speed atmış da gelmiş gibi bir hava içerisinde.  Saçmalamayı ve en önemlisi yazdığı sözlerde sınırları zorlamayı çok seviyor ve eğlendirmesini de iyi biliyor.  Her şarkıda mutlaka bir küfür, garip bir ifade, bazen "o nası bir laf yahu" dedirten çıkışlar var.  Fakat, Urine'in en önemli özelliği vokali.  Adamda cidden geniş bir yelpaze var: en belirgin olanları normalde kullandığı basit, nötrel vokal, falsetto çıkışlar, rock usulü daha sert bir tarz ve brutal vokal, ki, bunlar arasında son derece rahatça geçiş yapabiliyor (normal başlayan dizeler bazen falsetto bitiyor, bazen falsettoya kayıp çığlığa dönüşüyor.) Bunun en güzel örnekleri ise Bite Your Rhymes, Tight, Pussy All Night ve Daddy olacaktır.

Haricinde şarkıların hepsi "şarkı yapısı" denen kavramdan bihaber.  Kendi kafalarına göre gidiyorlar ve genelde albümü birkaç kez dinlemeden tam nereden ne çıkacağını bilmiyorsunuz zira Tight, her an her şeyin olabileceği bir albüm.  Misal, şarkılar öyle ya da böyle grubun tarzına uygun giderken birden Apple Country gibi akustik gitarla çalınmış ufak geçiş çıkıyor ve bunu tamamen tersine çeviriyor.  Kendi içlerinde de, şarkılar oradan oraya sürekli zıplayan, bir an rap etkisi bol endüstriyel rock iken bir sonraki saniye agresif bir çıkış yapabiliyor.  Bu karambol zihniyetinin en güzel örneği Pussy All Night: şarkı, daha yumuşak sayılabilecek kısımlar, rastafari aksanıyla söylenen geçişler ve neredeyse blast beat'e yakın davulların eşlik ettiği "nakarat" (artık ne kadar nakarat sayılırsa.)

Ki aslında albüme bir karambol zihniyeti genel olarak hakim diyebiliriz.  Pasif-agresif geçişlerle bezeli şarkıların neredeyse hepsi, içinde barındırdığı türler arasında sürekli gidip-geliyor - misal, Bite Your Rhymes ("Kendi arka bahçemde kral benim") sürekli BPM ölçüsünün oradan oraya zıplayıp durduğu bir şarkı.  Bir diğer gariplik, onca enerjik şarkı içinde Diabolical'ın çıkıp depresif bir hava estirmesi ("Sen de diğerleri gibisin, aynen diğerleri gibisin!") ki grup, daha sonradan bu yönünü, ta ki grubu tamamen ele geçirene dek öne sürmeye devam edecektir.  Bunun diğer örneği Molly: hafiften Rage Against the Machine'imsi bir rap/rock altyapısını alıp  MSI tarzına uygun olarak evirip çeviriyor ("Molly iyi bir kızdı ve yalancı olmak çok iyi bir histi.")

Sonuç mu? Bir efsanenin başlangıcıdır Tight.

Artılar: Efsanevi enerji, pasif-agresif çıkışlar, tamamen kendine has olması, saçmalarken güzel saçmalanmış olması.
Eksiler: Herkese hitap etmeyebilecek olması, müziğinde sabitlik ya da sükunet arayanların sevmeyecek olması.
Kimlere tavsiye edilir: Yeni şeyler arayanlara / yeni şeylere açık olanlara.

Mindless Self Indulgence resmi sitesi: MSI
Mindless Self Indulgence myspace: MSISpace

Tight albüm kadrosu:
Little Jimmy Urine - vokal
Steve Righ? - gitar
Vanessa Y.T. - bas
Jeniffer "Kitty" Dunn - davul



1. Grab the Mic
2. Bring the Pain
3. Mindless Self Indulgence
4. Tight
5. Diabolical
6. Molly
7. Tornado
8. Daddy
9. Pussy All Night
10. Apple Country
11. Dickface
12. Bite Your Rhymes
13. Ecnegludni Fles Sseldnim

20 Eylül 2012 Perşembe

Destroy Rebuild Until God Shows - D.R.U.G.S.

Post-hardcore grubu Chiodos'un vokali Craig Owens'ın başını çektiği bir post-hardcore grubu olan Destroy Rebuild Until God Shows, aslında benim youtube'da öylesine gezinirken (ve Atreyu klipleri izlerken) şans eseri denk geldiğim bir süpergrup.  Matchbook Romance, From First to Last, Story of the Year gibi bilindik post-hardcore gruplarından elemanlar içeriyor ve açıkçası ömrümde dinlediğim en rahat albümlerden bir tanesi.

Fakat, birden sonuca atlamadan önce.  Destroy Rebuild Until God Shows ne tür müzik yapıyor ona bir değinelim.  Post-hardcore etkileşimi bol olması zaten beklenen müziğin esas vurucu noktası pek çok yerde diğer enstrümanları destekleyen klavye olmuş. Yalnız müzik genelinde son derece basitleştirilmiş, teferruatı ve/ya cilası neredeyse tamamen atılmış ve belirli kalıpları (riff tarzları, şarkı isimleri, vs.) zorlamaktan çok vurgulamaya yönelik vaziyette.  Kuşkusuz ki bu temel özellik, pek çokları için büyük bir eksi sayılacaktır, fakat bence albümün zaten en büyük gücü burada.

Albümün bir diğer gücü ise müziğin geri kalanı ile Craig Owens'ın çok güzel bir denge yakalmış olması.  Vokal tarzı olarak Anthony Green, Tillian Pearson, Children of Nova'dan Teo gibi isimleri akla getiren, ince, kırılgan ama son derece güçlü bir sese sahip Owens.  Ki bunun üzerine post-hardcore'da bolca görülen fazlasıyla kişisel sözler eklenince ortaya çıkan bileşke felaket vurucu oluyor.  Albümdeki sözler baştan aşağı basit, hoş, insanın rahatça aklına takılan vokal melodileri ile birleşiyor.  Lafazanlığa gelince yok ki yok: "Dürüst ol: hiç adım geçti mi? Sırt üstü yatırıldığında hiç utancından hasta oldun mu?", "Eğer bir seks hayatın olsaydı, benimkini merak eder miydin?", "Neden yaptığın tek şey olduğun her şeyden nefret etmekken seni bu kadar seviyorum?" bunlardan birkaçı.

Müziğin kendisi, post-hardcore sınırları içerisinde kalmakla beraber, felaket bir enerjiyle yüklü vaziyette. İlk şarkıda bunu yavaş yavaş açık eden albüm, akabinde aman vermeden, kır-geçir devam ediyor.  Kesinlikle "ballad" ya da "akustik" sözcüklerinden haberdar olmayan topluluk sürekli birbiri ardına güzel şarkıları sıralıyor.  Her şarkının kendi kimliği, benzer müzik ve şarkı yapıları kullanılmasına rağmen, son derece oturmuş vaziyette ve her şarkının bir yeri aklınızda kalıyor, dilinize dolanıyor ki, bazen bu söz/vokalden ziyade riff, geçiş ya da genel hava oluyor.

Albümün karanlık anları yok değil, hatta bolca var.  Zaten If You Think.... ile son derece karanlık bir giriş yapıyor, ve bu havayı tekrar tekrar yakalamayı başarıyor; bilhassa Mr. Owl Ate My Metal Worm, Sex Life, The Hangman bu eğilimden nasibini alan şarkılar olarak öne çıkıyorlar.  Ki, aslında albümün bu açıdan belirli bir ruh haline saplanmaması ve, zayıflık açık edebildiği ya da gülümsetebildiği gibi ağır bir hava yaratabilmiş olması kesinlikle çok büyük iki artı.

Sonuç mu? Basit, hoş, rahat bir albüm.

Artılar: Müziğin yalınlığı, kastırmaması, rahatlığı
Eksiler: Müziğin yalınlığı, post-hardcore sevmeyenleri çekmeyecek olması.
Kimlere tavsiye edilir: Post-hardcore, özellikle de Chiodos sevenlere.

(grubun resmi sitesi yok.)

D.R.U.G.S. albüm kadrosu:
Craig Owens - vokal
Matt Good - gitar, programlama, synthesizer, klavye ve vokal
Nick Martin - gitar, vokal
Adam Russell - bas gitar
Aaron Stern - davul



1. If You Think This Song Is About You, It Probably Is
2. The Only Thing You Talk About
3. Graveyard Dancing
4. Mr. Owl Ate My Metal Worm
5. Sex Life
6. Laminated E.T. Animal
7. Stop Reading, Start Doing Pushups
8. I'm the Rehab, You're the Drugs
9. I'm Here to Take the Sky
10. The Hangman
11. My Swagger Has a First Name

19 Eylül 2012 Çarşamba

HIM - Love Metal

Love Metal, bir süreliğine, albüm adı olmaktan çok, grubun kendine has müziğini tanımlama çabasının bir ürünü olan bir terim halindeydi.  Neden sonra esas olanın müziğin etiketi değil, ortaya çıkanın güzelliği olduğu düşünüldü ve ısrarla "love metal" diye bir metal alt-türü olduğu iddiasından millet vaz geçti.

Love Metal aslında HIM için bir kırılma noktası sayılabilir. Grubun diskografisindeki en güçlü albüm olduğu kesin, ki, ilk iki albümün şaheser oldukları şüphe götürmezken aslında bu ifade, Love Metal'in kudretini rahatça anlatıyor: basitçe söylemem gerekirse, Love Metal, kendisinden başka hiçbir şeye benzemeyen, ne öncesinde ne de sonrasında benzeri ya da benzer kalibrede olanı gelmiş bir albümdür.

Her şeyden önce, bu albüm, grubun gotik kökenine geri dönmekle durmaz ve grubun gotik metal eğilimlerini, hem gotik kısmını hem de metal kısmını, öne çıkartır.  Aynı zamanda çok inceden klasik doom etkisi de hissedilen albümün birincil odağı riff.  Buried Alive by Love'ın dolu dizgin giden hızlı tarzından Sweet Pandemonium ve This Fortress of Tears'ın groove yüklenmiş ana riff'leri gibi çeşit çeşit ve her adımda vurucu bir merkez noktası var her şarkıda.  Akustik gitar biraz daha arka plana kayarken, klavye sadece kendisini belli etmesi gerektiğinde ön plana çıkar hale gelmiş ve ortaya çıkan bileşke tek kelimeyle muhteşem.  Öte yandan, albümde soloların önemli bir yeri var.  Önceki albümlerdekinden daha belirgin sololar var Love Metal içinde ve her seferinde müziği bir adım öteye götürmeyi başarıyorlar.

Love Metal, bütün bunlardan ötesinde, atmosferi ile öne çıkan bir albüm.  Zamanında bir dergide (Blue Jean olabilir) okuduğum "aşktan yapılmış bir buzdağı" tanımı aslında bu albüm için son derece güzel bir tanımlama.  Albüm ceset kadar soğuk, bir o kadar ıssız, başında bekleyen aşık kadar ümitsiz, bu sahnenin içinde geçtiği kilise kadar yaşlı, altın ve siyah renklerle bezeli, ve dışarıda kar var.... ki, bunun gibi bir havadan insanı alıp istediği zaman geceleyin şehir sokaklarına atarcasına bu yoğunluktan koparabilecek kadar da insanı kendi içine çeken bir albüm Love Metal.

Love Metal aynı zamanda kendisini sert ve daha az sert şarkılar arasında bölen, fakat asla ballad denebilecek kadar yumuşamayan bir albüm.  Buried Alive by Love ve Soul on Fire son derece hızlı ve sert şarkılarken, The Funeral of Hearts, Sweet Pandemonium, This Fortress of Tears ve son derece garip ve uzun bir şarkı olan The Path daha düşük tempolu.  Beyond Redemption, The Sacrament, Circe of Fear ve Endless Dark aslında orta-yüksek tempo arası gidip gelen şarkılar.  Her halükarda, albümdeki her şarkının ve albümün kendisinin rahatça akıp gittiğini söyleyebiliriz.

Gelelim grubun sabit konusu olan aşkın bu albümde nasıl işlendiğine.... HIM bu sefer önceki albümlerini son derece neşeli gösterecek bir karanlığa gömülmüş.  Şarkılar daha hüzünlü, daha ümitsiz, daha ölüm yüklü, daha boğulur ya da karların arasında donar gibi bir hal almış.  "Aşk kalplerin cenazesidir", "Sen zaten kurtarılamaz haldesin, düşersen kimse tutmayacak", "Evin karanlık neredeyse oradadır" gibi son derece "neşeli" cümlelerin çıkabildiği albümde, gariptir ki, aşka ve aşık olunan kişiye ağıt denebilecek iki şarkı da (The Sacrament, This Fortress of Tears) bulunuyor.  Önceki albümlerden farklı olarak, grup aşk kavramını birinci kişiden anlatmaktan zaman zaman kendini sıyırıp üçüncü kişi perspektifine geçiyor (Beyond Redemption, Circle of Fear, Endless Dark) ve her halükarda, değişiklik yaramış denebilir.

Sonuç mu? Bir sonraki albüm grubu takip etmeyi kestirecek kadar geri adım atmış olmasaydı.... fakat, özellikle bu durumda ama bu durum olmasa da, Love Metal, mükemmel ve çok önemli bir albümdür.

Artılar: Saymakla bitmez.
Eksiler: Yok da diyebiliriz.
Kimlere tavsiye edilir: Metal, gotik metal, atmosferik metal seven herkese.

HIM resmi sitesi: HIM

Love Metal albüm kadrosu:
Ville Valo - vokal
Linde Lindström - lead gitar
Mige Amour - bas
Emerson Burton - klavye
Gas Lipstick - davul


1. Buried Alive by Love
2. The Funeral of Hearts
3. Beyond Redemption
4. Sweet Pandemonium
5. Soul on Fire
6. The Sacrament
7. This Fortress of Tears
8. Circle of Fear
9. Endless Dark
10. The Path

HIM - Deep Shadows and Brilliant Highlights

HIM'i seven ve/ya sevdirmeyi başardığım bir grup arkadaşımla hep bir iddiamız vardır: eğer bir HIM albümünün isminde "light" sözcüğü geçiyorsa, o albüm çok iyi olmaz.  Aslında bunun dayanağı bu incelemenin konusu olan albümden çok Dark Light albümü, fakat yine de, iddiamızın sonuna kadar arkasındayız.

Deep Shadows and Brilliant Hightlights, grubun üçüncü albümü ve biraz kendine has bir albüm.  Bir önceki albümde görülen "yumuşama" eğiliminin tamamen yüzeye çıktığı ve adam gibi sert, metal yanı ağır basan tek bir şarkı içermeyen bir albüm.  Bunun yanında, grubun pop etkileşimini de bünyesine katmaya başlayıp, bazı noktalarda bunu şarkıların merkezine oturtabildiğini görüyoruz.  Ayrıca, grup "metal"den "rock"a doğru geçiyor - bilhassa popumsu balladlarda bir artış var.  En önemlisi, tek bir şarkı haricinde (ki o da Love You Like I Do) grubun "gotik" etkileşimini neredeyse tamamen bir kenara atmış olması.

Albümde değişen bir diğer şey ise, Ville Valo'nun bu noktadan sonraki "yeni" vokal tarzına kendini tamamen teslim etmiş olması.  Önceki albümlerde daha tok, daha kalın bir ses tercih ederken niyeyse birden daha "normal" bir tarza geçme ihtiyacı hissetmiş, ki, bence albümün en büyük açıklarından birisi bu - hele Razorblade Romance'te gösterdiği performanstan sonra, yeni albümde birkaç gömlek aşağı inmiş olması hayal kırılığı yaratıyor.

Deep Shadows and Brilliant Highlights içindeki şarkılar üçe ayrılıyor: ufacık tefecik ama son derece keyifli riff'ler çevresinde kurulu olanlar (Heartache Every Moment, Lose You Tonight, Pretending, In Love and Lonely), akustik gitar bazlı olanlar (In Joy and Sorrow, You Are the One, Please Don't Let It Go) ve kendisinden başka hiçbir şeye benzemeyenler (Salt in Our Wounds, Close to the Flame, Beautiful, Love You Like I Do) Bu hem bir eksi (zira albüm bu kadar belirgin hatlara sahip olunca birazcık tahmin edilebilir oluyor) hem de artı (zira üç şarkı grubu da kendi içinde son derece güzel kotarılmış.)

Albümde öne çıkan iki öge akustik gitar ve klavye: şarkılar nadiren bu iki ögeye dayanmıyor.  Yukarıda bahsettiğim kategorilerin neredeyse hepsinde klavye mutlaka öne çıkıyor ve albümdeki yeri öncekilere nazaran çok belirgin.  Bu ikisi aslında albüme hakim olan "pop" havasının ana kaynakları desek yeridir, zira her türlü şarkıyı iyi kötü ballad havasına sokuyor ya da ballad noktasına çok yaklaştırıyor.  Bu kötü bir şey mi, hayır, zira albüm belirli bir kimliğe bu ögelere rağmen değil, bu ögeler ile sahip oluyor.  Bu açıdan aslında müziğe birden eklenmiş / müzikte birden belirginleşmiş olan şeyler bu albümü sevdiriyor ya da albümden nefret ettiriyor denebilir.

Ayrıca bahsi geçmesi gereken bir şarkı Love You Like I Do, zira, albümün geri kalanının tam tersine, "gotik" sözcüğünün en başarılı örneklerinden biri.  Çok basit bir kilise orgu/bas gitar uyumuyla yürüyen, düşük tempolu, sözleriyle yaralayan, havasıyla insanı karanlığa boğan bir şarkı ve, Ville Valo'nun nadiren kullandığı o efsane vokal tarzını da barındırması açısından şarkı çok ama çok güzel.  Kişisel bir not eklersem, albümü ilk dinlediğimde toplamda iki şarkı sevmiştim, bir tanesi de Love You Like I Do idi.

Sonuç mu? Garip, hoş, ama bazen de biraz boş bir albümdür, ve yine de HIM diskografisinde iyi bir yere sahiptir.

Artılar: Yine de HIM olması, güzel şarkılarla dolu olması, belirli bir kaliteyi/tarzı tutturmuş olması.
Eksiler: Fazla pop olması, belirgin bir yumuşama olması, Love Metal albümü düşünülünce tutarsız olması....
Kimlere tavsiye edilir: HIM ve rock sevenlere.

HIM resmi sitesi: HIM

Deep Shadows and Brilliant Highlights albüm kadrosu
Ville Valo - vokal
Linde Lindström - lead gitar
Mige Amour - bas
Emerson Burton - klavye
Gas Lipstick - davul



1. Salt in Our Wounds
2. Heartache Every Moment
3. Lose You Tonight
4. In Joy and Sorrow
5. Pretending
6. Close to the Flame
7. You are the One
8. Please Don't Let it Go
9. Beautiful
10. In Love and Lonely
11. Don't Close Your Heart
12. Love You Like I Do

HIM - Razorblade Romance

Gel gelelim, hem kendim, hem çevremdekiler tarafından "HIM Testi" olarak adlandırdığımız albüme.  Testimiz basit: bu albümü seven, grubun hastası olup yıllarca bırakmaz.  Sevmeyen, ki azdır, zaten bu tip müziklere çok girmemiştir.  Her iki durumda da aslında çok basit bir gerçeği kabul etmek gerekir: Razorblade Romance, tek kelimeyle mükemmel bir albümdür.

Her şeyden önce, burada inceleyeceğim versiyonu, albümün Finlandiya basımıdır.  Şöyle ki, ben bu albümü ilk kez bir arkadaşımdan alıp dinledim, ve dinlediğim versiyon Finlandiya basımıydı.  Bu olaydan sonra albümü bir yerlerde bulup aldığımda elime gelen ise Amerika basımıydı.  Fark nedir derseniz: şarkı dizilimi ve bir-iki şarkınıın varlığı/yokluğu.  Esas albümü ben Finlandiya versiyonu saydığımdan onu inceleyeceğim.

Razorblade Romance, HIM'in ağır gotik metal tarzını biraz daha farklı, bazen az daha yumuşak, bazen daha bodos ama her şarkıda daha vurucu, daha iyi ve son derece akışkan yeni bir tarz için terk ettiği albümdür.  Aslında müziğin özünde çok az şey değişmiştir diyebiliriz: hala gotik ve hala metal yüklü müzik, sert ve yumuşak anları arasında albümü paylaştıran, sadece ve sadece aşk üzerine şarkıları sıralayan bir müzik var.  Ki, HIM beni aslında hep bu albümde sırf aşk üzerine şarkı yazarak nasıl bu tek konuyu çeşitlendirebilmesiyle büyülemiştir - kaldı ki, albümde aslında "gotik" bir estetik mevcut.  Aşk ile ölüm bu albümde son derece yaklaştırılıyor ve çeşitli noktalarda resmen aşkı lanetliyor gibi bir hava var. Tabi mesele aslında kimin lanetlediği, ki, önceki incelemede geleceğimi söylediğim yere gelirsek...

Bu albümün en vurucu yönü, Ville Valo'nun vokalleri.  Adam bütün albümü sanki kayıt bittiğinde stüdyo tuvaletine kendini kapatıp hüngür hüngür ağlayacakmışçasına bir tarz tutturuyor bu albümde.  Sesinin her tınısı, söylediği her kelime duyguyla yüklü, ve müziğin diğer bütün unsurları bir yana, albüme esas yıkıcı kuvvetini bu vokal kazandırıyor.  Bu albümü ilk dinlediğimde aklımda kalan tek şey sözler, ve onlardan da ötede vokal olmuştu ki, Ville Valo bu albümden ne öncesinde, ne sonrasında bu kalibrede bir vokal performansı sergileyebildi.

Razorblade Romance'in bir diğer yönü, önceki albümdeki iki ucu (sert ve yumuşak şarkılar) biraz daha kendi kulvarında ileri götürmüş olması.  Gone with the Sin, Resurrection, Heaven Tonight, One Last Time, hep ballad sayılabilecek şarkılar (Gone with the Sin direk ballad zaten) ve son derece dingin, ama o dinginliğinde hüzünlü bir hava yakalamayı başarıyorlar.  Tabii ki, bu tip her şarkı için bir I Love You (Prelude to Tragedy), bir Razorblade Kiss var.  Ki, aslında daha "sert" şarkılar da kendi aralarında bölünüyorlar: Death is in Love with Us, I Love You (Prelude to Tragedy), Right Here in My Arms daha coşkulu, daha hızlı ve sert iken, Poison Girl ve Bury Me Deep Inside Your Heart ise daha When Love and Death Embrace'imsi - düşük temposuyla ağırlığını koyarcasına gidiyor.

Aslında niyeyse hiç bahsetmediğim bir yere gelirsem, alında enstrüman bakımından performanslar da son derece sağlam.  Riff'ler çok iyi, Mige Amour çok iyi bir basçı ve klavye desteği tastamam yerinde.  Şarkıların kendileri zaten son derece hoş ve basit dinamikler içeriyor.  Tekdüze olmaktan öte müziği kurtaran çok hoş numaralar var.  Buna sololar da dahil, ki, Gone with the Sin'deki solo apayrı bir güzelliktedir demeden geçemeyeceğim.

Sonuç mu? Bu albümü dinleyin.

Artılar: Müzik, albümün mükemmel olması, vokal, vokal, sözler, vokal.... sonra, vokal....
Eksiler: Yok.
Kimlere tavsiye edilir: Rock/metal dinleyen ve farklı şeyler arayanlara.... gotik rock tayfası elbet denk gelmiştir diye düşünüyorum.

HIM resmi sitesi:HIM

Razorblade Romance albüm kadrosu:
Ville Valo - vokal
Linde Lindström - lead gitar
Mige Amour - bas
Zoltan Pluto - klavye
Gas Lipstick - davul


1. I Love You (Prelude to Tragedy)
2. Poison Girl
3. Join Me In Death
4. Right Here in My Arms
5. Gone With the Sin
6. Razorblade Kiss
7. Bury Me Deep Inside Your Heart
8. Heaven Tonight
9. Death is in Love with Us
10. Resurrection
11. One Last Time

Not: Amerikan basımında şarkı dizilimi farklıdır, ve Your Sweet Six Six Six ile Wicked Game'in yeni versiyonları yer alırken, One Last Time yer almaz.
Not: Bu noktada, grup, HIM isimli bir diğer grup tarafından dava edildi ve karşılığında Razorblade Romance'in HER adı altında bir versiyonunu piyasaya sürdü.
Not: Ayrıca, yıllar yılı "I Love Haydar (Prelude to Comedy)" şeklinde sataştığımız Haydar Bayrak'tan da buradan özür dilerim ya, incelemeyi yazarken aklımdan çıkmadı.

HIM - Greatest Lovesongs, Vol. 666

Finlandiya, çok belirgin bir gotik metal geleneğine sahip.  Genellikle Finli çocukların siyahları çekip, son derece basit, ama gayet hoş riff'leri, insanın aklına yerleşen nakartları ve aşk üzerine yazılmış sözleri ile bu ülkeden çıkan gotik metal gruplarına mutlaka bakmak gerekir.  Fakat, HIM, bu gruplar içerisinde belki de en bilineni (gerek imajı, gerekse müziği) olarak boy gösteriyor.

HIM nasıl müzik yapıyor dersek: yıllar sonra kendileri, müziklerine "love metal" etiketi yapıştıracak da olsalar, HIM esasen gotik metal icra ediyor denebilir.  Müziği destekleyen, atmosferik ve zaman zaman esas duyguyu vermekle yükümlü klavye; sert, basit ama vurucu gitarlar, zaman zaman öne çıkan bas; görevini yapan davul ve en önemlisi, insanın içine işleyen ve/ya sadece duygu yüklü vokal.  Vokal konusunda söyleyeceklerimi Razorblade Romance incelemesine saklıyorum.

HIM'in kimliğinin temel taşlarından bir tanesi, albümlerinin tek bir konu çevresinde dönüyor olması: aşk ve aşkın etkileri, insana yaptırdıkları, insana yaptıkları.... adamların logosuna baksanız yeter zaten.  Bu açıdan çok özgün bir konu seçmiş oldukları söylenemeyebilir, fakat her şarkıyı bunun çevresinde dolandırıp hepsine ayrı bir kimlik kazandırmak ise cidden yetenek ister, ki HIM bu yeteneğe sahip.  Kaldı ki, aşkı sadece en basit haliyle incelemeyi değil, aksine daha iç içe geçmiş yönlerini incelemeyi tercih ediyorlar.  Bunun en iyi örneği When Love and Death Embrace: aşkı yok edici bir güç olarak tanımlıyor, ve bunu da lafı dolandırmadan ("Seni seviyorum, ve bu kalbimi eziyor" diyerek) ifade ediyor.

Tabii ki bu, albümün sulugöz ağıt cenneti olduğu anlamına gelmiyor - gotik metalin daha karanlık, daha sert yönlerini de öne çıkartmaktan çekinmiyor grup.  Our Diabolikal Rapture, It's All Tears (Drown in This Love), For You ve The Beginning of the End (yani albümün yarısı) hep son derece karanlık, albümün kapağındaki renklerle bezeli ve yoğun şarkılar.  Bu şarkılarda kullanılan gitar tonu son derece ağır, kirli ve fazlasıyla şişman, haliyle ortaya çıkan etki muhteşem oluyor - bu şarkılardan her biri tokat gibi çarpıyor.

Albümün nispeten yumuşak ya da sakin anları da daha aşağı kalır değil.  Bilhassa The Heartless ve When Love and Death Embrace, daha duygusal, daha kırılgan bir müzik sunarak, bir anlamda (nispeten) yumuşak oluşlarıyla vuruyorlar.  Bundan nasibini alan diğer şarkılar ise (Don't Fear) The Reaper ve Your Sweet Six Six Six, zira ikisi de albümün geri kalanına hakim sertliğe sahip değiller.  Ki, The Heartless aslında dünyanın en uçucu, en havada ama en güzel şarkılarından biri diyebilirim: "Acın, aşk değil" diye açılıp, "Görmüyor musun, kalpsiz o" diyerek aslında bir pop ballad'ının sahip olması gereken hafifliği, daha vurucu bir müzikle birleştiriyor.

Bütün bunların yanında, Greatest Lovesongs, Vol. 666, iki tane de cover içeriyor: Chris Isaac'in Wicked Game şarkısı (ki bu cover, daha sonra Razorblade Romance'in Amerika basımı için tekrar bestelenecektir ve bir de bu ikinci versiyona klip çekilecektir) ve Blue Öyster Cult'un meşhur (Don't Fear) The Reaper'ı.  Açıkçası ben Wicked Game cover'ları arasında seçim yapmam gerekse bu versiyonu tercih ederim.  (Don't Fear) The Reaper'a gelince, o da aslında iki haliyle de çok güzel bir şarkı, fakat HIM'in şarkıya kattığı uğursuz hava bamkaşka.

Sonuç mu? Aslında pek çok hayranın ıskaladığı, ama efsane bir albümdür Greatest Lovesongs, vol. 666.

Artılar: Müzik, hava, sözler, her şey.
Eksiler: Yok.
Kimlere tavsiye edilir: Gotik metal sevenlere.

HIM resmi sitesi:HIM

Greatest Lovesongs, Vol. 666 kadrosu:
Ville Valo - vokal
Linde Lindström - lead gitar
Mige Amour - bas
Antto Melasniemi - klavye
Juhana Tuomas Rantala - davul



1. Your Sweet Six Six Six
2. Wicked Game
3. The Heartless
4. Our Diabolikal Rapture
5. It's All Tears (Drown in This Love)
6. When Love and Death Embrace
7. The Beginning of the End
8. (Don't Fear) The Reaper
9. For You

Not: Albümün, garip bir şekilde, aslında 66 "şarkı" içerdiğini (sadece 66'ıncıda müzik var) ve albümün toplan süresinin 66:06 olduğunu belirtmekte yarar var.
Not 2: Wicked Game'in yanısıra, Your Sweet Six Six Six de tekrar bestelenip, çoğunluğu aynı kalırken, çok kritik bir noktası değiştirilerek Razorblade Romance'in Amerika basımında yer alacaktır.

Everything Goes Cold - vs. General Failure

Maskot olarak canlı ve niyeti kötü olduğu her halinden belli olan bir buzdolabını kullanan bir gruba insan her gün rast gelmiyor (ya da ilk albümünün adı Prepare to be Refrigerated olan.)  Daha da ötesi, Bitriot (Cyanotic, Left Spine Down gibilerini çıkartmış ve Deconbrio, Mindfluxfuneral gibi isimlere de ev sahipliği yapan) bünyesinden çıkma bir grup olması da bu "ilginçliği" bir kat arttırıyor desek yeridir.  Bir de üstüne Erik Gottesman'ın Psyclon Nine'ın kurucları arasında olmasını sayarsak, endüstriyel müzik sevenlerin bayağı hoşlanacağı bir karışıma ulaşmış oluruz.

Ki, Everything Goes Cold tam olarak da bu.  Hafif noise etkileşimi de barındıran, ödün vermeyen, merhametsiz, espri anlayışı tam yerinde bir endüstriyel metal grubu.  Endüstriyel metalın bazen daha sert metal türleriyle (death gibi - misal Fear Factory derdim ben) evrilmiş hallinden ilham alan bir sertlik hakim müziğin geneline.  Gottesman'ın katiyen yumuşamayan vokalleri, gitarlarla synthesizer dengesni synthesizer'ın sivrilmesi üzerine kurmaları da bu sertliğe katkıda bulunuyor.  Fakat, Everything Goes Cold endüstriyel gruplarının bazen cebelleştiği "daha çok synth mi, daha çok organik mi" sorusu ile hiç uğraşmayıp resmen son derece hoş bir denge yakalayıyor (Razed in Black, senden çok ümitliydim....)

Fakat, ki büyük bir fakat, grup bu sertliğini öne çıkartırken atmosferden ödül vermiyor.  Hatta genellikle şarkıların nakaratları çeşitşi (genellikle negatif) duygular içeriyor denebilir.  Don't Quit Your Day Job, I've Sold Your Organs...., Bitch Stole My Time Machine (özellikle bu şarkı) aslında son derece duygusal şarkılar.  Genellikle endüstriyel metalin içerdiği 90'ların cyberpunk film havası neredeyse bütün şarkılarda tastamam.  Ice Brigade, misal, tam çeşitli filmlerin parti sahnelerinde kullanılabilecek bir havaya sahip.  Hatta arada Monsters of the Modern Age gibi bir daha klasik olmayı amaçlayan bir şarkımız dahi var.  Tabi nedense endüstriyelcilerin çok sevdiği "geçiş şarkıları" da albümde mevcut: Defrosted, Unleash the Kraken ve Refrozen.

Ayrıca, grubun felaket bir espri anlayışı var.  Misal, I've Sold Your Organs.... gerçekten de arkadaşının organlarını, ikinci el minivan almak için satan bir adamın ağzından yazılmış ve "senin yardımınlar kız arkadaşının taşınmasına yardım edebilirim mesela" gibi cümlelerle çok komedi bir şarkı.  Bitch Stole My Time Machine her ne kadar çok duygusal da olsa, konusunun sevgilisinin zaman makinesini çalıp onu kendi yararı (ve, imaya göre, çeşitli adamları önce kullanıp sonra tarihten silmek) için kullanan bir kadını anlatıyor.  The Droids You're Looking For, hoş bir Star Wars göndermesi olmasının haricinde garip, aggrotech'imsi bir şarkı ve yegane sözü, Family Guy'dan alıntı olan "Intergalactic, proton-powered, electrical tentacled advertising droid!" ve bir noktada, son derece harsh electro / metal harmanlamasına Beastie Boys'un "Intergalactic" şarkısının nakaratını sıkıştırıyor.... anlayacağınız, albüm aslında çok eğlenceli.  Ki aslında daha karanlık şarkıları dengelemesi açısından bu kara mizah çok yerinde olmuş.

Ki vs. General Failure istedi mi son derece karanlık olabilen bir albüm.  Abort, Ignore, Bitch Stole My Time Machine, ve hiç beklenmedik bir şekilde Refrozen aslında son derece ciddi, yoğun şarkılar ki aslında albümün en güzel anlarının yarısı bu şarkılarda.  Diğer yarısını insanı gülümsetebilen şarkılar alıyor, fakat her iki durumda da, vs. General Failure bu tip inişleri ve çıkışlarıyla insanı sürükleyen ve kendisini rahatlıkla dinleten bir albüm.

Sonuç mu? Everything Goes Cold hiç beklemediğim bir anda beni yakaladı ve bırakmadı.  Sizi de bırakacağını sanmam.

Artılar: Son derece hoş endüstriyel/metal bileşkesi, kendine has espri anlayışı, ikisi arasında giderken zevzekleşmemesi, atmosferik çıkışlar yapabilmesi.
Eksiler: Aklıma gelen yok.... belki "albüm" adı altında sürekli üç yeni şarkı ve gırla remix çıkartıyor olmaları olabilir.
Kimlere Tavsiye Edilir: Endüstriyelcilere, endüstriyel metal severlere.

Everything Goes Cold resmi sitesi: Everything Goes Cold
Everything Goes Cold MySpace: EGCSpace

Vs. General Failure Kadrosu:
Eric Gottesman - programlama, vokal, klavye
James Webb - gitar
Mike "Tim Lincoln" Blodgett - klavye


1. Defrosted
2. Abort
3. Don't Quit Your Day Job
4. I've Sold Your Organs on the Black Market to Finance the Purchase of a Used Minivan
5. Retry
6. The Droids You're Looking For
7. Bitch Stole My Time Machine
8. Ignore
9. Unleash the Kraken
10. Monsters of the Modern Age
11. Ice Brigade
12. Refrozen
13. Fail

12 Stones - 12 Stones

Sene 2003.  Evanescence daha o zamanlar Fallen ile yeni yeni isim yapmaya başlıyor, hatta, Daredevil soundtrack'inde yer almış olan Bring Me to Life da şimdi, kim ne derse desin, güzel bir albümden çıkmış güzel bir parça olarak karşımıza çıkıyor.  Fakat, mesele Amy Lee'nin vokalde olması (benim bu tip vokalle ilk karşılaşmamdı, gariptir ki) değil(di) - mesele klipteki diğer adam.  Bugün bile çok azının adını sanını bildiği şu yardımcı vokal.

Adamın adını olaydan bir sene kadar sonra buldum: Paul McCoy.  Kendi grubuna sahip olduğunu öğrendiğimde ise aramaya başladım, ve 12 Stones ile karşılaştım.  Bu yazıya konu olmuş albüm bundan tam on yıl önce çıktı, ve bu yazının da amacı nostalji esasen.  Daha fazla uzatmadan....

12 Stones için iki yakıştırma yapılıyor: post-grunge (o her ne demekse) ve Hristiyan rock.  İkisi de aslında belirteç işlevini yerine getiremeyen türler arasında, fakat, grunge'ımsı bir altyapının, bir alternatif rock bileşkesinin ilk adımı olduğu söylenebilir.  Elektrogitar ve power akor kullanımı, uyum içinde giden bas ve davul ve Paul McCoy'un aslında son derece hoş vokalleri, basit, ekstra detaydan son derece yoksun bir müzik ortaya çıkartıyor.

En başından söylenmesi gereken şey şu: Hristiyan rock etiketi bu grup söz konusu olunca son derece yanıltıcı.  Hoş, bir değil birkaç şarkıyı bu şekilde bağlamak mümkün, fakat genelinde (misal bir P.O.D. kadar) buna odaklı değiller.  Kaldı ki, Paul McCoy'un yazdığı sözler genellikle kırılgan/zarar görmüş, içe dönük olabildiği kadar tam tersine bir coşku da barındırabiliyor (misal, "Aç gözlerini ve gör ki bu hayat senin sandığından daha güzel" gibi.)  Buna eşlik eden unsurlardan biri, müziğin oynaklığı, ki aslında çeşitli ruh halleri arasında geçişi müzik sağlıyor.

Grubun bir eksisi, albümde birkaç yerde birden (Crash, The Way I Feel, Fade Away, Home) benzer bir formül kullanması denebilir, fakat - efekt yemiş ama distortion içermeyen hafif bir riff ile açılan şarkılar bile daha ilk saniyeden şarkının genel havasını belirleyebiliyor.  Benzer şekilde, direkt kafa göz dalan şarkılar (Broken, Soulfire, Backup) da sadece kullanılan ton ile aydınlık ya da karanlık çıkabiliyor.

Aslında, bu tip bir rahatlık bu gruba kesinlikle lazım zira yaptıkları müzik öyle çok komplike, milyonlarda minik parçacıktan oluşan, her dinleyişte yeni bir katmanını keşfedeceğiniz cinsten değil.  Müzik size ne sunuyorsa ondan ibaret, söylediğinden başka bir derdi, mesajı, vesairesi yok.  Bu, dinlediklerinde bile illa bir "mesaj" illa bir "derinlik" arayacak olanlar için kötü bir haber, fakat, aynı zamanda, albümün en önemli özelliğini öne çıkartıyor: albüm rahat, hafif ve hoş, ve daha fazlası olmaya ne çalışıyor, ne de oluyor zaten.

Sonuç mu? Grubu nedense takip etmedim bu albümden sonra, fakat bu albümün kendi içinde son derece hoş ve hafif bir albüm olduğunu söyleyebilirim.

Artılar: Basit ama güzel müzik, hoş sözler, rahat bir albüm olması.
Eksiler: Grubun tarzının fazla basit gelebilecek olması.
Kimlere tavsiye edilir: Rock seven herkes dinleyebilir.

12 Stones resmi sitesi: 12 Stones
12 Stones myspace: 12 StoneSpace

12 Stones albüm kadrosu:
Paul McCoy - vokal
Eric Weaver - lead gitar, yardımcı vokal
Kevin Dorr - bas gitar
Aaron Gainer - davul




1. Crash
2. Broken
3. The Way I Feel
4. Open Your Eyes
5. Home
6. Fade Away
7. Back Up
8. Soulfire
9. In My Head
10. Running Out of Pain
11. My Life
12. Eric's Song

17 Eylül 2012 Pazartesi

Alice in Videoland - Maiden Voyage

Alice Harikalar Diyarında ve Aynanın İçinden en sevdiğim iki eserdir, bunu en başında söylüyorum.  Bu iki eseri o kadar çok seviyorum ki, zaman zaman uzaktan yakından alakası olan şeyleri arayıp bulmaya çalışıyorum.  Alice in Videoland'i ise ilk duyduğumda, açık net, ne yaptıkları müzik, ne herhangi bir şey çekmişti beni - umurumda olan tek şey Alice ile alakalı olmasıydı.

Alice in Videoland'in icra ettiği tür için en çok duyduğum yakıştırma electroclash oldu, fakat şahsen bu türün neye benzediği ile uğraşmak yerine önümdeki eseri parçalarına ayırmayı tercih ettiğimden şunu söyleyebilirim: synthesizer ağırlıklı, pop ve rock sosu yedirilmiş, elektronik/endüstriyel bir müzik var elimizde.  Alice in Videoland, belki de Toril Lindqvist'in vokalleri ya da genel havasıyla, 80'ler popundan felaket etkilenmiş ve çoğunlukla o kadar neşeli, o kadar zevkli bir müzikal altyapıya sahip ki...

Ki zaten Alice in Videoland'in ilk ve en belirgin özelliği burada: yeniyetmemsi bir enerjiye, bir neşeye, bir saflığa sahip albüm.  Lay Me Down ile tam gaz başlayıp, Got to Go ve Going Down ile de resmen cayır cayır yanmaya devam ediyor.  Keza Dance with Me, Video Girl, Addicted ve sonrasında da bu enerjiyi muhafaza temeyi başarıyor.  Tabi bu kadar dolu dizgin giden bir albümün uzun olmasını beklememek lazım, ki zaten aşağı yukarı yarım saatlik süresiyle, Maiden Voyage her durumda dinlenebilir olmak gibi bir artıya daha sahip.

Genelde şarkılar standart şarkı yapısını takip ediyor, fakat bu kötü bir şey değil.  Tam aksine, şarkıların önceden tahmin edilebilir olması albümü rahat hazmedilir kılıyor.  Bunun yanında, her şarkıda Alice in Videoland kimliğini yansıtan birkaç öge hep var.  Synthesizer ön planda, Toril'in tamamen kendine has vokali (ve bazen öne çıkan aksanı), nakaratların akılda kalıcılığı ve öne atılan melodilerin az ama öz, akılda kalıcı ve hoş olması gibi şeyler albümün tamamında var ve rahatça dinlediğiniz grubun kimliğini anlamanızı sağlıyor.

Tabi Maiden Voyage eğer hep neşeli, hep sabit bir dugyuda kalsa çekilmezdi, şarkılar ne kadar ayrı olursa olsun, ki bu noktada da, albümün çoğuna hakim olan neşenin diğer etkisi öne çıkıyor: albüm iki noktada (Red ve Panic) depresifleşiyor.  Önceki ve sonraki şarkılar son derece pozitif yüklüyken, bu iki şarkı tokat gibi çarpıyor ve büyük ihtimalle olduklarından daha karanlık gösteriyor.  Kaldı ki, bu iki şarkı son derece güzel yapılmış, rock yönü ağır basan şarkılar ve işin sonunda yarattıkları hava eşsiz.  Bir de, arada Video Girl gibi "boogie" sözcüğüne odaklı ya da Naked gibi muzur (grubun daha sonradan birkaç adım ileri götüreceği manada muzur, ve de) şarkıların olması da albüme çeşitlilik katıyor.

Sonuç mu? Açıkçası bu albümü kaçırmamanız tavsiye edilir, sebebiyse çok bir şey sunma gereği duymadan insanı rahatça eğlendirebilen bir albüm olması dışında pek bir şey değil.

Artılar: Müziğin kendisi, albümün küçücüklüğü, kendini rahatça dinletebilmesi.
Eksiler: Pop etkileşimi ağır müzik sevmeyenlere hitap etmeyecek olması.
Kimlere tavsiye edilir: "Ne olsa dinlerim, bana güzel gelsin de" diyenlere.

Alice in Videoland MySpace: Alice in VideolandSpace

Maiden Voyage Kadrosu:
Toril Lindqvist - lead vokal (ve "müzik" Toril Lindqvist ile Calle Lundgren'e ait yazıyor...)
Michael Lose - gitar, yardımcı vokal, org
Johan Dahlbom - bas
Anders Alexander - davul



1. Lay Me Down
2. Got to Go
3. Going Down
4. Red
5. Dance with Me
6. Video Girl
7. Panic
8. Addicted
9. Naked
10. Sweet Thing

Rabbit Junk - What Doesn't Kill You Will Make You A Killer

Bir gün, farklı bir şeyler aradığım sırada, M. Dot Strange'in klibini çektiği bir şarkıya denk geldim.... şarkı, Rabbit Junk isimli bir gruba aitti, ismi What Doesn't Kill You Will Make You A Killer idi ve stop motion tavşanlarla dolu bir animasyon ve son derece ilginç bir müzik içeriyordu.

Rabbit Junk, JP Anderson'ın (The Shizit) başını çektiği ve Jennifer "Sum Grrl" Bennett'in de yardımcı olduğu bir dijital hardcore projesi.  What Doesn't Kill You.... ise, aslında grubun son "albümü" olan Project Nonagon toplamasından sonra birbiri ardına çıkan single'lardan ikincisi.  Gruba giriş noktam bu single olduğundan buradan başlamayı uygun gördüm.

Tarz nasıl dersek - aslında Rabbit Junk nevi şahsına münhasır bir tarza sahip.  Hardcore metal, endüstriyel, elektronik, hip hop*, synth rock/metal ve (başka yerlerde) post-hardcore türlerinin biraraya getirilmesinden oluşan bir müzik var ortada.  JP Anderson'ın önce vocoder'dan geçip basa boğulmuş sesi ile, Sum Grrl'ün araya serpiştirdiği hoş rap kısımları, müziğin basit başlayıp yavaş yavaş, parçaları ekleye ekleye yığılarak ilerlemesiyle de, sample bazlı, başı sonu belli bir müzik ile doğaçlama arasında dengeyi bulan bir şarkı.

What Doesn't Kill You... synth, hip hop, endüstriyel ve rock/metal türlerini alıyor.  Şöyle diyelim: şarkı garip bir synth rap metal ve endüstriyel rap arasında gidip gelirken çaktırmadan marşımsı bir havaya doğru gidiyor.  Mide bulandırmaya yakın başlayan efsane bir girişten sonra imkansız bir tepe noktasına ilerleyen şarkı, barındırdığı türleri bir kimlik ekseninde rahatlıkla birbirine eklemliyor... ki, aslında, bu kadar çok türü biraraya getirip karambol/kaos harici bir şey üretmek de her baba yiğidin harcı değildir.

Sonuç mu? Rabbit Junk son zamanda hastası olduğum, son derece kendine özgü bir grup, ve sınırları zorlamak isteyenlerin favorisi olmaması için sebep yok: fakat, grup bünyesindeki türler hakkında bilgi sahibi olmayı (bilhassa rap, synth metal ve endüstriyel) gerektirmesi açısından zorlayıcı olabilir.

Artılar: Müziğin kendisi, şarkının akışı, vokaller, geri kalanlar...
Eksiler: Biraz tür bilgisi gerektirmesi, ona rağmen alışması zor (diğer Rabbit Junk şarkıları gibi) bir şarkı yapısı barındırması.
Kimlere tavsiye edilir: Rock, metal ve endüstriyeli yan yana getirebilenlere...

Rabbit Junk resmi sitesi: Rabbit Junk
Rabbit Junk MySpace: Rabbit JunkSpace

What Doesn't Kill You Will Make You A Killer Kadrosu:
JP Anderson - Sözler, müzik, vokal
Sum Grrl - yardımcı vokal



*not: JP Anderson, This Life is Where You Get Fucked albümünün ikinci bölümü Ghetto Blasphemer'ın arkasındaki tek düşüncenin "black metal ile hip hopı birleştirerek aslında uyumsuz iki türden iyi bir bileşke çıkartmak" olduğunu söylemiştir.

Meg Myers - Daughter in the Choir

Rastgele karşıma çıkan güzel şeyleri sevdiğim zaten bu blogda defalarca ifade edilmiş bir gerçek.  Bu rastgele keşiflerimden bir tanesi de aslında işin sonunda biraraya getirilmiş işi son derece az ama bir o kadar da öz olan Meg Myers.  İtiraf edeyim, ilk denk geldiğimde (Monster şarkısının klibi) aslında bu hatunu sevmeyi hiç beklemiyordum, fakat duyduğum şey fazlasıyla hoşuma gittiğinden bakmaya karar verdim.  İyi ki bakmışım.

Meg Myers ne tip bir müzik yapıyor derseniz, tanımlaması zor derim.  Elektronik, indie mentalitesi ile pop, ucundan kıyısından endüstriyel, hatta bir-iki noktada gospel karışımı diyebilirim.  Ama illa sınıflandırılacaksa, elektronik / indie pop derim.  Tabii bununla sınırlı kalmayıp en azından bir noktada (Tennesse) elektronik soslu rock ve akabinde Americana folka kayıyor...

Belki de Daughter in the Choir'ın en güzel yönü burada: altı şarkının hepsi bir tarz, bir duruş çevresinde eksenleniyor, fakat her biri kendi kimliğine sahip.  Tek tek üzerinden geçmem gerekirse: Curbstomp ağır elektronik yükü (neredeyse Purity Ring'imsi bir indie elektronik usulü) ile giden, yarı-hüzünlü bir parçayken Adeleide, gospelimsi nakaratı ve sözleriyle son derece hoş ve oturaklı bir şarkı.  Tennesse ömrümde duyduğum en komik nakarata ("Biraz Tennesse istiyorum / Bana bir parça Tennesse ver") sahip olmasının yanında, synth rock'ımsı bir altyapıya sahipken, sonunda birden banjo ekleyerek sapıtıyor.

Sonra After You Meg Myers'ın vokalini biraz daha ön plana çıkartan, yavaş, balladımsı bir şarkı ve Tennesse'den sonra garip bir sükünet ve bir hüzün getiriyor.  Hemen ardından gelen Poison ise punk/electroclash kırması bir şarkı olarak birden peydahlanıyor.... ve albümün esas tepe noktası olan Monster ise ondan sonra geliyor.  Bu şarkıyı tanımlamak çok zor, fakat minimal enstrümentalizasyon ile çok şey başarabilen bir şarkı.  Biraz drum machine'den gelen ritm, hafif gitar ve çello götürüyor şarkıyı ve sözler ("Seni öldürmem şart aşkım" gibi Finli gotik rock gruplarının ağzını açık bırakacak cinsten) toplandığında çok hoş bir yere gidiyor.

Sonuç mu? Bu kadar kısa sürede sonuca atlama sebebim: ufacık tefecik içi dolu turşucuk bir esercik Daughter in the Choir.  Meg Myers'dan daha fazla ve daha iyi işler bekletmek gibi bir görevi var mıydı bilmem, ama onu başardığı kesin.

Aklımdayken, EP Meg Myers'ın (linki aşağıda olan) sitesinden bedava indirilebilir.

Artılar: Her şey.
Eksiler: Yok.
Kimlere tavsiye edilir: Herkese.

Meg Myers resmi sitesi: Meg in the Dark
Meg Myers SoundCloud: Meg Myerscloud


1. Curbstomp
2. Adeleide
3. Tennesse
4. After You
5. Poison
6. Monster
7. Monster (Semethy Jones Remix)

Not: Tennesse'nin esas olayı, acımadan hipster kültürünün klişelerine geçiriyor olmasında.  Misal: "Oho, adamım / yani şimdi, dedin ya, senin bir soyadın yok mu? / çok dahice / mal herif / dur, ne? / arkadaşının bir vejeteryan barbekü kamyoneti mi var? / hiç sanmıyorum / Tanrım, Tennesse'yi özledim."