Doğruya doğru: Queens of the Stone Age beni, her albümünde dört-beş şarkı haricinde asla açamadı. Bunun en büyük sebebi, bir süre sonra albümdeki şarkıların hep aynı olması ve birbirine geçmesi - ve, Josh Homme'un nerede noktayı koyacağını bilmemesi. Neden mi QotSA ile açtım bu yazıyı? Çünkü The Mad Trist QotSA'ya son derece benziyor ve bence, QotSA'den daha fazla tanınmayı gayet de hak ediyor.
Sebep mi? Şöyle ki, stoner tonlarını modern rock'a uyarlayıp bunu da son derece basit ve riff değil riffçik bazlı bir yapıya oturtmak aslında cidden beyin cerrahisi hesabı bir derinlik içermiyor. Fakat bunu layığıyla yapabilmek ve, tekrar söylüyorum, noktayı nerede koyacağını bilmek, son derece önemli. Bunlar ile birlikte müziği sıkmayacak, ama tıngır mıngır rock eksenine koyacak da bir ruh olmak zorunda: Kyuss'tan çıkıp pop olmaya çalışırsan QotSA çıkar - The Mad Trist ise çok daha öte.
Şimdi. Pay the Piper grubun, bildiğim kadarıyla, ilk albümü. Yukarıdaki kıyaslamalardan bekleyeceğiniz her türlü öge var: basit, modern rock riffçikleri, inceden çalmaya meraklı vokaller, eser miktarda solo geçiş, ve genel olarak iki-üç noktayı tekrar ederek ilerleyen şarkılar. Bu kötü bir şey mi, hayır. Örneğin, albüme adını veren şarkıyı ele alalım: gümbür gümbür bir modern rock şarkısı ve hatta bir noktasında hafiften brit rock'ımsı bir hava var bile denebilir (ki nefret ederim brit rock'tan.) Şarkı basit bir ritm, daha da basit bir riff üzerine kurulu - bir nakarat ve bir kıta riff'i var. Bu ikisinin dönüp durması, şarkıyı anında aklınıza yerleştiriyor ve sizi ele geçiriyor.
Ki bu noktada The Mad Trist'in gücü: şarkılar akılda kalıcı. Dertleri aşırı komplike ya da teknik cambazlık kokan bir müzik yaratmak değil - dertleri tamamen hoş, hafif, rahatça dinlenip sindirilebilecek ama haftalarca da aklınızın bir köşesinde duracak bir müzik yapmak. Ha, bu demek değil ki adamların teknik kabiliyeti deliler gibi değil - aksine, gereksiz şov yapmadan enstrüman hakimiyetini gösterebilen gruplar arasında The Mad Trist. Bunu Alibi'ın ana riff'inde, daha sonra Fortune Favors Fools'da ve en son Won't that Look Good on You?'da çok güzel ortaya koyuyorlar - bilhassa sonuncusu, çok garip bir şarkı. Resmen art rock'a kaymaya kastıkları ve ufaktan becerdikleri bir şarkı.
Tabii her zaman şarkılar bu kadar hızlı gitmiyor. Bilhassa Like a Perfume (ki kendisi resmen bir kabare rock şarkısı esasen - akordeon bile mevcut şarkıda) ve Caught in a Mime böyle; ki, Caught in a Mime son derece rahat ve insanı da rahatlatan şarkılar. Bilhassa ikincisi, "buradan evime nasıl giderim ben?" sorusuyla gittiğinden dolayı insanı hüzünlendiren ama ümitle doldurabilen bir şarkı.
Uzun lafın kısası mı? Gidin dinleyin kardeşim. Budur.
Artılar: Yukarıda yazıyor.
Eksiler: Yukarıda yazmıyor zira yok gibi bir şey. Tamam, biraz fazla Queens of the Stone Age kopyası olması.
Kimlere tavsiye edilir: Queens of the Stone Age hayranları ve rock seven herkese.
1. Juvenile
2. Alibi
3. Pay the Piper
4. Like a Perfume
5. Silver Lines
6. Caught in a Mime
7. My Mouth a Whistle
8. Fortune Favors Fools
9. Hair of the Dog
10. Won't that Look Good on You
Am I in Trouble? – Spectrum Review
5 saat önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder