22 Şubat 2011 Salı

Baroness - Blue Record

Şimdi, bazen şu geliyor başıma: bir grup keşfediyorum. Ya zaten ismini duymuş oluyorum, ya da bir şekilde methini görüp bakıyorum. Sonra, ilk başta çok sevmiyorum, hatta hiç sevmiyorum, "bu ne be" diyip geçiyorum, ama beni geri çağırıyor. Tekrar tekrar dönüp, her seferinde daha az sevip gidiyorum. İlk başta "bu ne be" olan ifade, "ya aslında bu geçiş güzel ama şu vokal/davul/gitar/vs. olmasa.... bak ya, sapıtıyor sonra!" şeklinde devam ediyor. Fakat grubun alışkın olduğumun fazlasıyla dışındaki tarzına alıştıkça, geri dönüp durdukça, müziğin güzelliğini görmeye başlıyorum.

Sonrasında mı? O zaman da zaten şu an yaptığımı yapıp, grubu çok seviyorum ve sağa sola tavsiye etmeye başlıyorum. Evet.

Her şeyden önce Baroness, Metal Hammer dergisinin gözde gruplarından birisi, tanışıklığım da oradan gelmekte ve isimleri daha çok sludge metal ile anılıyor. En çok yanına konan isimler Kveletrak, Kylesa, Skeletonwitch, Black Tusk gibi gruplar. Bu benzerliği kuranlar çok da haksız değil: son zamanda sludge metalin üreme yuvası konumundaki Savannah, Georgia'lı grubun müziğinde biraz sludge etkisi mevcut. Fakat "sludge rock" diyip geçmek mümkün değil.

Baroness'in imkansız ve kendine has bileşkesini açıklamam gerekirse: hard rock, groove rock, sludge, Southern rock, teknik metal (evet, teknik metal), heavy metal, bazen çok az country, ve çok eser miktarda hardcore/post-hardcore denebilir. Bunun gibi etiketleri üst üste yığmanın yaratacağı karmaşayı aşmak adına, şöyle diyeyim, son derece melodik, son derece groove bir müzik var elimizde. Neresine bakarsanız bakın, normalde hardcore etkisinin getirdiği beyinsiz breakdown'lardan eser yok.

Şarkılar genellikle enstrümental şarkı mantığı ile hazırlanmış gibi: vokalin hakim olduğu şarkılar yerine, daha çok enstrümanları dinlediğiniz ve vokalin sadece süsleme yaptığı şarkılar var. Uzayıp giden enstrümental pasajlar ise son derece sürükleyici, güzel, ve adamı "ya abi beş dakika önce neydi bu şarkı, unuttum"a sürüklemeyecek kadar net. Ki, albümde inanılmaz, beni hayretlere düşürecek seviyelerde bir bütünlük hissi var. Her şarkı, "bir çatıda toplanmış, grubun ayrı eserleri" değil, "Blue Record'ı oluşturan parçalar" havasında. Hani, bazı gruplar sadece albüm adı altına dizer ya şarkıları, ve bir-iki çok farklı havada/türde şarkı olur? Bu sefer değil. Blue Record tam anlamıyla bir bütün ALBÜM.

İlk kulağa çarpan etken, gitar kullanımı. Hayli acayip: birden gotik rock'tan ya da benzer türevlerden bekleyeceğiniz usül giderken, bir sonraki an cart diye hardcore'a, oradan da teknik pasajlara ve armonilere bağlanabiliyor. Ki, istediği hissi ve coşkuyu rahatça verebilen gitarlardan bahsediyoruz. Hoş, "The Sweetest Curse" haricinde pek hardcore etkisinden söz etmek mümkün değil, daha çok groove, hard rock ve heavy metal var. Hani John Baizley ve Pete Adams çok güzel gitar pasajları yazmışlar, ve zaman zaman birbirleriyle resmen dans etmeleri, insanın ağzını açık bırakıyor resmen.

Bu noktada biraz Allen Blickle'dan bahsetmem gerekli. Sevdiğim davulcu profili benim asla Ed Warby ya da Mike Portnoy değildir: David Kinkade, Adel Moustapha, Henry Ranta'dır davulcu benim için. Allen Blickle da böyle bir davulcu: müziğe yapması gereken katkıyı yaparken bir taraftan da rahatça "ben buradayım" diyebilen, rahatça oturan ve çaktırmadan çaktırmadan kendini öne çıkartan bir tarza sahip. Aynı şey, ilginç bir şekilde, basçı Summer Welch için de geçerli: o da, müziğe tamamen uyarak yapması gerekeni yaptığı noktaları, birden "merhaba" dediği ilginç geçişlerle çok güzel dengeleyerek kendini öne çıkartıyor. Çoğu rock/metal grubu basçısının düştüğü, gitar ya da davulla aynı partisyonu çalmak hatası yerine, alıp başını kendi yolunu çizmeyi biliyor.

Garip bir etken, Baizley'nin vokali. Brutal vokal ya da scream vokal değil, fakat tam anlamıyla "şarkı söylediği" de söylenemez. Adamın garip bir tarzı var, ne tam söylüyor, ne tam bağırıyor, ne tam böğürüyor, hepsinden bir parça var. Sanki adam "evet, vokal tarzlarının tam ortasında durup hiçbirini tam yapmayacağım" demiş gibi. Ki, bu da şu açıdan zor bir nokta: zaten şarkılar enstrümental şarkı ruhuyla, vokali de içeren şarkı mentalitesi arası gidip geliyor ve daha çok enstrümental. Haliyle, vokalin girdiği azıcık yerde de efsanevi bir vokal duyma beklentisi oluyor, ve vokal zaten efsane, sadece beklediğinizden farklı ve alışması zaman alıyor. Zaten Baizley'nin esas katkısı vokalden çok gitar, ve aralara serpiştirdiği klavye, ki, klavyeden genellikle 70'ler rock esintili tınılar çıkıyor....

Artılar: Groove, riff zenginliği, eşsiz atmosfer, geçişler, vesaire, vesaire, vesaire. Mükemmel olması.
Eksiler: John Baizley'nin vokali, ve müzik tarzla pek aşina olmayanları kasabilir azıcık, ama haricinde, namevcut.
Kime tavsiye edilir: Herkese.

Baroness resmi sitesi:Relapse Records/Baroness (bu efsane bünyeden çıkan grubun bir 'resmi sitesi' namevcut)
Baroness myspace:Baroness

Blue Record albüm kadrosu:
John Dyer Baizley: vokal, gitar, piyano, albüm kapağı (ki kapak efsane)
Allen Blickle: davul
Peter Adams: gitar, vokal
Summer Welch: bas



1. Bullhead's Psalm
2. The Sweetest Curse
3. Jake Leg
4. Steel that Sleeps the Eye
5. Swollen and Halo
6. Ogeechee Hymnal
7. A Horse Called Golgotha
8. O'er Hell and Hide
9. War, Wisdom and Rhyme
10. Blackpowder Orchard
12. The Gnashing
13. Bullhead's Lament

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder