19 Mart 2012 Pazartesi

Lillith - Once I Was Alive

Aslında bu albüm ilk çıktığında (2010) dinlemiştim ve "hoş ama boş bu ne ya" diyerek geçmiştim.  Neden sonra bir gün aniden canım çekiverdi ve albümü saklandığı delikten çıkartıp tekrar dinledim ve ilk karşıma çıktığı andaki ruh halimin uygunsuzluğu harici çok az sorunu olan bir albüm olduğuna karar verdim.

Lillith ne tip müzik yapıyor derseniz, "low chamber cello rock" derim.  Low rock kısmını hala yazılmakta olan A.K.A.C.O.D. incelemesinde geçeceğim fakat, haricinde grubun müziğini bu şekilde tanımlamak mümkün.  Çello ve gitar kullanılan enstrümanlar ve chamber/çello rock kısmı bunlardan ileri geliyor.  Fakat grubun herhangi klasik anlamda rock yaptığını söylemek zor. Chamber müzik etkisi ağır basıyor ve genellikle de bu eksende hareket ediyorlar.  Jazzımsı davulları ve ayrıksı vokali eklersek bunların üstüne, Lillith formülüne ulaşıyoruz.

Aslında formülün bir diğer uzantısı, albümü birkaç kez çevirdiğinizde ortaya çıkıyor: şarkılar genellikle tek bir pasajın ya da bir ritmin çevresinde dönüyor.  Bunun iyi yanı, albüme bir rahatlık, bir tanıdıklık hissi katıyor ki tamamen kendine has bir müzik yapan bir topluluğun bunu verebilmesi şahane bir şey.  Ha, albüm özellikle zorlamadığından dolayı bazen fazla kolay yerine oturuyor, o apayrı bir nokta, ama çoğunlukla rahatlık ve sanki gele gele tanışık olduğunuz bir yabancının evinde dolaşma hissi bunu rahatça gölgeliyor.

Kaldı ki, bulduğu bileşke bu kadar kendine has olan bir grupta başka bir şey herhangi yeni dinleyiciyi kaçırtırdı -  hele hele vokaller hem en ön planda hem de en ayrıksı öge iken.  Camille Hell'ın vokali aslında bu tip müzikten bekleyeceğiniz yumuşaklığa sahip değil, hatta tam tersine gayet sert, sivri ve gırtlaktan bir vokal.  Psychobilly gruplarında bulsanız şaşırmayacağınız bir sivriliğe ve bir muzırlığa sahip bir vokal ve zaten Lillith'in aslında her şeyin ötesinde minimalist takılan müizğine olan katkısı ise belirginliğinde.  Misal When the Ship Goes Down şarkısını aslında vokal girince hatırlıyor insan - hele nakaratı....

Ki zaten Lillith, yukarıda saydığım bütün etkileşimleri biraraya getirirken, aklında sanki bir şarkıyı minimum gereksinim ile nasıl çıkartırız benzeri bir anlayışa sahip.  Misal Black Hole basitçe iki parça arasında: nakarat ve nakarat-olmayan, fakat nakaratın da haricindeki pasajların birkaç nota eksiltilmişi olduğu düşünülürse, ortaya çıkan şey efsane.  Cidden, şarkıların içindeki parçaları da parçalarına ayırmak ve/ya minimal olarak hepsini kullanmak albümün basit ama güzel olmasına yarıyor.  Too Close to the Sun (Daedalus'un ağzından!) ya da Dance with Death yazılmış en komplike şarkılar olmaya ihtiyacı olmayan şarkılar mesela.

Bunun negatif yönü ise, albümün fazla kolay olmasında ortaya çıkıyor.  Bu albümü ilk birkaç kere dinleyip bana bir şey sunmadığı inancına kapılmış ve bir kenara atmıştım - bu olaydan tam iki yıl sonra geri döndüğümde albümün kendine has bir güzelliği olduğunu görebildim.  Albümün böyle bir özelliği var: sürprizsiz, ama bu sürpriz yoksunluğunda şarkıları rahatça kafanıza sokuyor.  Silence'ın, Stillborn Fight'ın, Sister Morphine'in, Black Hole'un.... kısacası bütün şarkıların nakaratları çok iyi yazılmı ve minimal ama güzel melodileri sizi bağlamayı başarıyor.

Sonuç mu? Mutlaka bir bakın derim, zira Lillith çok ama çok şeker bir topluluk.

Artılar: Minimalist müzik, vokaller, rahatlığı, şirinliği.
Eksiler: Bazen bir şeylerin eksikliğini hissettirmesi, birkaç dinleyişte ezberleniyor oluşu.
Kimlere tavsiye edilir: Herkese.

Lillith MySpace: LillithSpace

(Grupta kim ne yapar yazmıyor hiçbir yerde.)



1. Too Close to the Sun
2. Black Hole
3. Life for a While
4. Stillborn Fight
5. Silence
6. Dance with Death
7. When the Ship Goes Down
8. Portrait in Rust
9. Dark Age
10. Sister Morphine
11. Stillborn Fight (Demo)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder